Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçen gün bir arkadaşımla karşılaştım. O sırada elimde bir gazetenin cuma günleri verdiği çok beğendiğim bir ek vardı. Yazılarını ilgiyle takip ettiğim yazarı bulamamış, ama “Akıllı ve güzel kentler çağı” başlıklı ilginç bir makale görmüştüm, bu nedenle sayfayı katlamış elimde tutuyordum. Doğal olarak söz basılı gazetelere geldi. Arkadaşım da “Sen hâlâ basılı gazete mi okuyorsun? Yıllar var ki bayiden gazete almadım, haberlere cepten bakıyorum” dedi. 

Zaten konuşmamız boyunca arkadaşım bir yandan cep telefonuyla oynuyor, arada sırada bildirim gelince hemen bakıyor bir şeyler yazıyor veya şöyle bir göz atıp bir şey yapmaya gerek görmüyordu. Ben de cep telefonundan, tabletten veya bilgisayardan gazete okumakla basılı gazete okumanın kesinlikle aynı şey olmadığını söyledim. Ayrıca, yazıların tam olarak aynı şekilde aktarılmadığını bir örnekle gösterdim: Elimdeki gazetede bir grup sanat koleksiyoncusunun fotoğrafının altında kişilerin isimleri ve kimlikleri yazıyordu, aynı yazı ve fotoğraf gazetenin internet sitesinde de vardı ama fotoğraf kendi başına duruyordu, altında bilgi yoktu. Yazı tipi ve sayfa tasarımı zaten çok farklıydı. 

Haberin Devamı

Wabi-Sabi nedir? 

Bu arada elimdeki gazete dışında arkadaşımdan farklı değildim, benim telefonuma da bildirimler geliyordu, hatta bir ara izin isteyip kısa bir süre telefonla konuştum, o da sabırla konuşmamın bitmesini bekledi. Ardından sohbete kaldığımız yerden devam ettik, sadece internette bulabildiğim bazı çizgi romanları (kendine özgü çizim tarzına bayıldığım “Legend of northern blade” örneğini verdim) ve bazı kitapları cep telefonundan veya bilgisayardan okuduğumu ama gazeteleri bu şekilde okuyamadığımı söyledim. Arkadaşım da cep telefonundan kesinlikle kitap okuyamadığını anlattı. Gazete kâğıdını ve sayıları giderek azalan gazete bayilerini de konuştuk. 

Yollarımız ayrılınca nesne olarak cep telefonları ve basılı gazete arasındaki büyük farkları düşünmeden edemedim. O sırada aklıma biyoçeşitlilik ve ekosistem üzerine çalışan değerli bilim insanı dostum Murat Eren’in (Meren) on dört sene önce yazdığı “Wabi-Sabi ve Fotoğraf Üzerine” başlıklı makalesi geldi. Yıllar geçse de unutmadığı bu yazıda modernizm ile Japonya’da ortaya çıkan wabi-sabi felsefesi karşılaştırılıyor. Tabii önce bir tanım yapılıyor: “’Wabi’ bir yaşam şeklini, ruhani bir yolu ifade ederken ‘sabi’ nesneleri ve onların sanatını temsil ediyor. Bir diğer bakış açısı ile ‘wabi’ felsefi bir temel iken ‘sabi’ estetik bir idealin betimleyicisi. Özgün anlamlarından sıyrılmış ve yeni anlamlar kazanmış olan bu kelimeler bir araya geldiklerinde yarattıkları yeni anlamın yaklaşık tanımı ise şöyle bir şey: Wabi-sabi, kusurlu, geçici ve bitmemiş nesnelerin güzelliğidir. Wabi-sabi, alçak gönüllü ve mütevazı nesnelerin güzelliğidir.  Wabi-sabi, nesnelerin alışılmadık güzelliğidir.” 

Haberin Devamı

Gazete ve cep telefonu 

Geçtiğimiz yüzyılda belki durum farklıydı ama bence günümüzde matbu gazeteler wabi-sabi felsefesinin bir nevi temsilcisi gibi duruyor. Çünkü gazete yapı olarak temelde çok daha kişisel bir tavra sahiptir, pürüzlü bir yüzeyi vardır, muğlaktır (farklı yazarlar farklı düşünceler ileri sürebilir), daha duygusal, daha sezgilere dayalı bir dünya görüşü sunan, mütevazı, organik, sıcak, kendine özgü, yaşanan güne ait (dünkü gazeteyi arayın bulamazsınız), nesne olarak bağımsız, enerjiye gerek duymayan ve doğada çözünebilir bir nesnedir. 

Haberin Devamı

Oysa cep telefonları duygusuzdur, aşırı gerçekçidir, hataları hoş karşıla(n)maz, doğaya zarar veren, metalik, plastik, modüler, karmaşık, son derece keskin, pürüzsüz yüzeylere sahip, soğuk, sürekli güncellenen, bakıma, korunmaya ve sürekli enerjiye ihtiyaç duyan, en önemli değerleri fonksiyonlar ve kullanılabilirlik olan nesnelerdir. 

Bütün bu tanımlara bakıldığında basılı gazetenin nesne olarak çok daha etkileyici ve samimi bir güzelliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Gazete kâğıdını da çok seviyorum, sayfaları çevirirken hışırtı sesi bana garip bir huzur veriyor. Özellikle kültür-sanat sayfalarında, sanat eserlerinin fotoğraflarının bulunduğu yerlerde kâğıdın pürüzlü yüzeyine dokunuyorum, bir büyüteç alıp küçük renkli noktacıklara bakıyorum. 

Kağıdın ruhu ve baskı hataları 

Sonra baskı hataları da hoşuma gidiyor, diğer sayfada bulunan bir kelimenin hayalet gibi karşı sayfaya sızdığını görüyorum ya da bir portrenin yüzünde ters duran harflere bakıyorum, son derece ciddi bir haber birden kafası karışık görünüyor.  

Kâğıt ve yazı tiplerinin farklı oluşu da ayrı bir dünya. Bütün gazeteler aynı kâğıda basılmıyor zaten, bazı gazetelerin kendi içinde bile farklı gramajlara sahip sayfaları var: Mesela her gün 14 sayfa çıkan günlük bir gazetenin 9 ve 10. sayfaları daha kalın bir kâğıda basılıyor ve her gün o sayfalara geldiğimde dalmışsam eğer bir an şaşırıyorum. 

Akşam üzeri eve vardığımda, “Akıllı ve güzel kentler çağı“ başlıklı yazıyı kestim ve bir a4 kâğıdına yapıştırdım (biraz büyük olduğu için katlamak zorunda kaldım) sonra üzerine de günün tarihini ve gazetenin adını gri renkli bir mürekkeple beslediğim yeşil bir dolmakalemle yazıp Sinan Genim’in  

yazılarının da bulunduğu rafa kaldırdım. Yazılar bitince cilt haline getirmek ve kendi wabi-sabi gazetemi baştan sona tekrar okumak istiyorum.