Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şimdi anlatacaklarım, çocuk sahibi olmayanlara hiçbir şey ifade etmeyecek. Muhtemelen süper “uncool” ve sıkıcı bir konu bu onlar için. Biliyorum çünkü ben de böyleydim. Çocuk mu? Yolumu değiştiririm. Gerekirse şehir değiştiririm. Ama çocuk olduktan sonra her şey değişiyor işte.

“Lost In Translation”da Bob Harris (Bill Murray), Charlotte’a (Scarlett Johansson) şöyle diyordu: “Hayatının en dehşet verici günü ilk çocuğunun doğduğu gündür. Hayatın, senin bildiğin şekliyle artık bitmiştir. Asla geri gelmeyecek. Ama zamanla yürümeye başlarlar. Sonra konuşmayı öğrenirler. Ve sen hep onlarla birlikte olmak istersin. Sonunda hayatın boyunca karşılaştığın en şahane insanlar oluverirler.”

Haberin Devamı

Ebeveyn olmayı bu kadar basit ve güçlü bir biçimde anlatan başka bir cümle bilmiyorum.

Cümlenin son kısmına odaklanın bir an için. Onlarla birlikte olmak. İnsan her yere çocuğuyla gitmek istiyor. Ama bunu yapmak kolay değil. Çünkü çocuk, bizim memlekette çok sevilen, ama kamusal yaşamda pek yer verilmeyen bir şey. Ben dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar çocukluya yardım eden, çocuklunun halinden anlayan insanlar görmedim. Bakın bu doğru. Biz çocuk seven, çocuklara bayılan bir milletiz. Çocuk mevzubahis olduğunda ne siyaset kalıyor, ne kültürel, ne sosyal, ne sınıfsal fark, ne başka bir şey. Koşulsuz bir dayanışma, sevgi, anlayış ve empati. Ben bunu gördüm.

Ama Türkiye aynı zamanda kamusal alanlarda çocukların hiç düşünülmediği, çocuklara yer verilmeyen bir yer.

Bunu Varşova’ya gelince fark ettim. Havaalanından itibaren bunu gördüm.

Uçaktan indiğiniz anda çocuk parkı var. Uçağa binmek için beklerken çocuk parkı var. Bir değil, bir sürü. Nerede duracak, ne yapacak, zapt etme derdiniz yok.

Uçaktan indiniz, pasaporta gidiyorsunuz, çocuklu aile özel geçişi var. Kuyrukta beklemeden buradan geçiyorsunuz. Bizim gibi “fast track” için birbirini çiğneyen millet için bu nasıl bir his, anlamışsınızdır. Metrelerce kuyruk var, siz utana sıkıla bomboş bir gişeden geçiyorsunuz. Neredeyse çocuğumuz olduğu için özür dileyeceğiz.

Haberin Devamı

Bir AVM’ye alışverişe gittiğinizde, en öndeki park yeri her zaman engellilere ayırılmıştır. Evet, bu bizde de böyle. Ama hemen yanında, aynı genişlikte kocaman yerler çocuklu ailelerin park etmesi için ayırılmış. Çocuklu aile logosu var. Bu derece önem verilmiş. Kapıya yakın park yeri çocuklu ailenin.

Gidilen her ama her restoranda, en basitinden en şaşaalısına, mutlaka çocuk köşesi var. Bu çocuk köşesinde oyuncaklar, küçük mobilyalar, boya kalemleri, oyuncaklar dışında çoğu zaman top havuzları, kaydıraklar da var. Buralarda özel olarak görevlendirilmiş kişiler çocuğunuzla ilgileniyor. Onunla resim yapıyor, oynuyorlar. Çocuklar o kadar mutlu oluyor ki buralarda anlatamam. Siz sakin sakin yemeğinizi yiyorsunuz.

Ben İstanbul’daki evimden çıkıp bir parka gidene kadar elli takla atıyorum. Dar kaldırımlar, olmayan kaldırımlar, yüksek kaldırımlar, park etmiş arabalar arasında 500 metre dahi gitsem yoruluyorum. Hızla gaza basıp geçen arabalar arasında hayatta kalmaya çalışıyorum. Burada kilometrelerce yürüyebilirsiniz. Yol uygun. Trafik işaretleri uygun. Bir park varsa sizin oraya usulüyle ulaşmanız için yolu da var.

Haberin Devamı

İşimiz düştü, bir devlet dairesine gittik. İnanın içeride her katta çocuk parkı var. İnsanlar muamele için sırada beklerken çocukları parkta oynuyor.

Arabayla şehir dışına yolculuk yaptığınızda lokanta ve tuvalet olan her yerde en az iki çocuk parkı var. Park ettiğiniz yerde oturma birimleri ve önünde çocuk parkı nasıl büyük rahatlık çocuğu olanlar bilir, anlar.

Şehirleşme, şehircilik, şehirler düşünülürken çocukları unutmamak lazım. Aman tek derdin bu olsun demeyin. Hem çocuklar hem anne babalar için önemli. Bir yerden başlamak lazım. Çiçeği burnunda bir babanın gözlemleri böyle. Siz de düşüncelerinizi, gözlemlerinizi, önerilerinizi paylaşın, faydalanalım. Belki bir faydası olur.