Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

16 Nisan yakla-şıyor. Çok gergin ve sert bir kampanya sürecinden sonra 4 gün içinde Türkiye yeni bir sürece girecek. ‘Hayır’ cephesi bu süreçte hep korkular üzerine oynadı. Bir ara Şili’de 1988’de Pinochet iktidarını oylayan referandumla ilgili bir filmi keşfedip ‘Artık pozitif kampanya yapacağız’ dese de bu vaat afişlerde CHP isminin olmaması ve güzel bir kız çocuğu fotoğrafının bulunması dışında bir değişiklik yaratmadı. Zaten ilham aldıkları Şili’deki kampanyanın reklam direktörünü Türkiye’ye getirdiklerinde Hayır’ın ne vaat ettiğini anlamadığını söylemek dışında bir şey yapmadı.
CHP’nin kavramı ‘muhafaza etmek’
Kısacası, CHP ‘muhafaza etmek’ üzerinden bir kampanya yaptı ve ‘Ne olmamalı?’ sorusuna cevaplar üretti. HDP’ye girmiyorum, zira bir süredir ağır yargısal süreçlerin öznesi olan yöneticileri ve hendek siyasetinin yarattığı zarar nedeniyle bence ‘hayır’ cephesi açısından doğru davranıp, arka planda kalmayı tercih etti.
‘Evet’ cephesi ise güvenlik, istikrar ve icraat olarak özetlenebilecek kavramlar üzerinden bir kampanya süreci yürüttü . ‘Güvenlik’ başlığında o da korku siyaseti güttü. Terör örgütlerinin ‘hayır’ tarafında olduğuna işaret ederek seçmeni onlardan değil, kendinden olmaya çağırdı. İstikrar ve icraat başlıkları ise bence Ak Parti’yi esas anlatan ve referandumun neyi amaçladığını göstermesi açısından en temel noktalardı. İstikrar güçlü, tek parti dönemlerinin ülkeye neler kazandırdığını göstermek için kilit kavram. Nitekim Ak Parti hükümetlerinin başarısının olmazsa olmazı bu kavram. İstikrar sayesinde 2002’den beri ‘İcraat’lar yapılabildi, ülke bu kadar ilerleyebildi. Ak Parti cephesi 1 olumsuz, 2 olumlu çağrışım üreten kavramı kampanyasının odağına koydu. MHP ise daha ziyade ‘güvenlik’ boyutu üzerinden korku siyaseti yaptı.
Bu tabloya bakacak olursak, pazar günü sandıkta mevcut sistemi muhafaza etmeye karşı güvenlik-istikrar ve icraatı artırmayı vaat edeni oylayacağız. CHP buna ‘Mevcuda karşı otoriter bir tek adam rejimini oylamak’ diyor. Ancak otoriterlik ve tek adamlık Tayyip Erdoğan’ın son 4 yıllık iktidarı boyunca çok sık yöneltilen bir itham olduğuna göre ‘Demek ki mevcut sistem de bunu üretebiliyor, o zaman ‘hayır’ neye karşı’ muğlaklığını beraberinde getiriyor...

‘Ordu kamuoyu’ tehlikesi

Cuma günü Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gittiğimizi ve askeri bir kıpırdanmayla ilgili yazılarımızdan sonra Ege Ordu’da 614 kişilik bir soruşturma başlatıldığını Başsavcılık’ta öğrendiğimizi pazar günü yazdım. Rasim de pazartesi ve salı oradaki izlenimleri üzerine bence çok önemli 2 yazı yazdı. Dünkü (salı) yazısında hatırlattığı bir kavramın üzerinde durmak isterim. Bu kavram ‘ordu kamuoyu’.
‘Ordu kamuoyu’ maalesef Türkiye gibi ordunun da bir siyasi aktör olduğu ülkelerde çok kuvvetli bir yer kaplıyor. 27 Mayıs’a giderken Demokrat Parti iktidarı sert önlemler alabilse ve üzerine gidebilse ordu kamuoyu daha sonra Milli Birlik Komitesi adını alacak olan Madanoğlu Cuntası’ndan yana olmayabilirdi. Ancak 60’larda, yani askeri vesayetin köklü bir şekilde temellerinin atıldığı ve ordunun adeta enfekte olduğu yıllarda bu kavram ülkenin en etkili siyasi belirleyicisi haline geldi.
Örneğin, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 kalkışmasının komutanı Albay Talat Aydemir ordu kamuoyunu (ve maalesef Babıali mahallesini) etkilemeyi başarmıştı. İktidarda İsmet İnönü olmasa belki de ordu kamuoyu Talat’tan yana çıkacak ve darbe girişimi başarılı olacaktı, zira genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ipleri tamamen kaptırmış durumdaydı.
12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte ise ordu kamuoyunun lideri tartışmasız Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’di. Hatta öyle ki Gürler 9 Mart’ın komünist bir darbeye döneceğinden korkup dümeni dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ı işin içine katarak 12 Mart Muhtırası’na kırınca ordu kamuoyu Gürler’in peşinden gitmişti, hatta içinde 9 Mart’ın en kritik aktörlerinden Tümgeneral Celil Gürkan’ın da olduğu isimler tasfiye edildiğinde bile liderlerine güvenen subaylar müdahalenin yön değiştirdiğini fark etmediler.
Ordu kamuoyunun kendi içinden liderleri olduğu gibi siyasette de desteklediği ve karşı olduğu isimler hep oldu. İlk kez Tayyip Erdoğan ordu kamuoyuna rağmen ve onunla inatlaşarak müdahaleleri ters tepebildi. Bunda kişilik özellikleri kadar arkasındaki desteğin genişliği ve doğru tarih okuması da etkili oldu.
Bu gün de elbette bir ordu kamuoyu var, ancak çok şükür ki onu ortaya çıkaracak bir ortam yok. Gerçi ilk kez 15 Temmuz’da ortam olmamasına rağmen ortaya çıktı, 15 Temmuz bu açıdan da bir ilkti. Şimdi endişem, 17 Nisan’da bu şimdilik uyuyor gibi görünen gücün kendinde ortaya çıkacak cesareti bulabilecek bir sonuç çıkması. Artık birçok araştırmanın da hemfikir göründüğü gibi, büyük bir olasılıkla sandıktan ‘evet’ çıkacak. Ancak şayet ‘hayır’ çıkarsa ordu kamuoyunun cesareti yerine muhakkak gelecektir. Zayıf bir ‘evet’ çıkarsa da ‘hayır’ olasılığındaki kadar güçlü olmasa da yeniden bir kıpırdanma olacaktır. Üstelik bu kez kıpırdanma Ege ile de sınırlı kalmayacaktır...