Nur Başnur

Nur Başnur

-

Tüm Yazıları

Sonradan İstanbullu biri olarak Feriköy, geç tanıştığım mahallelerden biri. Tanışmamız orta yerinde kurulan ekolojik pazar sayesinde oldu. Ama artık haftanın 1 gününü orada geçiren biri olarak fahri Feriköylü ayarında görüyorum kendimi

Son birkaç yıl içinde, tarihi geçmişi ve dokusu dikkate alınmaksızın, ‘arsa geliştiricilerin’ iştahını kabartan bir yere dönüşüverse de; Şişli Belediyesi’nin ara sokaklardaki iyi niyetli düzenleme girişimlerini görmezden gelmek ayıp olur... Neyse... Mahallenin planlama açısından dönüşümü değil bu yazının konusu, 6 yıldır her cumartesi kurulan; şahsen benim açımdan yaz-kış cumartesi sabahlarımın (erkenciler daha çok çeşit bulabiliyor) bir ritüeli haline gelen Ekolojik Pazar...
Pazar, 2006’da Buğday Derneği ve Victor Ananias tarafından, Türkiye’nin ilk yüzde 100 ekolojik halk pazarı olarak kurulmuş. Anadolu’nun her bir köşesinden ekolojik tarım ölçütlerine uygun olarak yetiştirilen ürünlerin getirilip satıldığı pazarda, işi ihtimale bırakmamak adına düzenli olarak laboratuvar ölçümleriyle ekolojik uygunluk testleri yapılıyor. Ben da şahsen bir tüketici olarak, ürünün buzdolabındaki ömrüyle test ediyorum aldıklarımı (evet, bozuluyorlar...) Samimi olmak gerekirse bunca desteklediğim, önemsediğim ve içinde zaman geçirmekten zevk aldığım pazarı hayli pahalı bulduğumu da belirtmeliyim.

Sebze-meyveden ibaret sanmayın
Pazar dedikse sadece ‘ekolojik’ olma kriterleriyle yetiştirilmiş meyve-sebze ve mandıra ürünlerinden ibaret sanmayın burayı... Kimyasal boyalar ve plastik kullanılmadan üretilen çocuk oyuncaklarından tekstile, temizlik ürünlerinden cilt bakım ürünleri ve kozmetiğe; doğaya, dolayısıyla insana saygılı ve sorumlu pek çok ürünle buluşuyorsunuz pazarda... Plastik çantaların yasak muamelesi gördüğü pazarda taze sebzeleri taşımanın en güzel yolu, anne fileleri, sepetler ya da bez çantalar. Eğer sizde yoksa pazardan da alabilirsiniz.

Yorulduk, karnımızı doyuralım
Bunca meyve, sebze, ot, ekmek, yumurta, bal, pekmez, çay, baharat, süt, peynir, yoğurt derken, doğanın o tatlı vahşi sesi sizi baştan çıkarmaya ve tabii mide ifrazatlarını artmaya başlar. İşte o dakika artık gelsin kepekli undan yapılmış gözlemeler içinde otlarıyla, mercimekli börekler, böğürtlenli, havuçlu, zencefilli artık neyin mevsimiyse karıştırılıp sıkılarak hazırlanan meyve suları, tavşan kanı çay, köy yumurtasıyla omlet, elmalı, mahlepli kurabiyeler... Hepsi fener alayı neşesinde sizi bekler... Derme çatma masalarda yer bulmak kolay olmasa da hep sıkışacak bir tabure çıkar ve pazarı seyrede seyrede karnınızı doyurursunuz...

Çocuklar ve köpeklere özgürlük
Seyir demişken; pazarın çeşit çeşit müdaviminden şarkılar okuyan pazarcılarına, arada bir kara kara yüzleriyle göz göze geliverdiğiniz mahalle sakini çingene çocuklara, kendi akranları ve köpeklerle oyunlar kurmanın keyfi içindeki küçük çocuklara... Pek çok seyirlik bulabilmeniz mümkün.
Bir avuç iyi niyetli insanın dünya için iyi bir şey yapmak inancıyla ortaya çıkardığı girişim, bugün arasında sıkışıp kaldığı plazalara, akıllı binalara, akıl sesine karşın daha çok gönül sesi duyurmak için pasif bir direniş alanı gibi görünüyor bana. Kimbilir yaz kış demeden her cumartesi oraya gitme sebebim belki de biraz da budur.