Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen hafta diyabet ve kalp hastalıklarından korunmayla ilgili yazımdan sonra okurlardan gelen sorular, bu konuya ilginin çok olduğunu gösteriyor. Diyabeti olanlar kadar bu hastalığın yarattığı tehdidi bilen ve korunmanın önemini kavrayan çok kişi var. Bu hafta sorulardan bazılarına cevap vereceğim

Diyabet soruları

Diyabetin kaç tipi var?
Şişmanlıkla el ele giden, tüm dünyada yüz milyonları etkileyen şeker hastalığına tip 2 diyabet denir. Eskiden bu hastalığa yetişkin diyabeti denirdi. Çünkü istisnalar dışında çocuklarda görülmezdi. Son 30 yılda gençlerde hatta çocuklarda bile görmeye başladık. Artık ismindeki erişkin sıfatını hak etmiyor.
Bir de çoğunlukla çocuklukta orta çıkan şeker hastalığı vardır ki buna tip 1 diyabet adı verilir. Gerçi her 4 kişiden birinde bu hastalık kendini yetişkinlerde gösterir. Ailede tip 1 diayebet varsa çocuklarda orta çıkma riski vardır ama bu risk her iki ebeveyn de hasta değilse çok yüksek değildir. Çevresel etkenler de hastalığın oluşumunda rol oynar. Diyabet olan çocukların bir çoğu çok susayıp çok su içtiklerini ve bol idrar yaptıklarını söylerler, anneleri kilo kaybettiklerini, yorgun olduklarından şikayet eder. Bazen hızla gelişen hastalık çocuğu yatağa yapıştırır, hatta komaya sokar. Özellikle küçük çocuklarda, bu ciddi ve derhal tedavi edilmesi gereken duruma daha sık rastlanır.
Tip 1 diyabetin en önemli özelliği pankreas hücrelerinin insülin üretememesidir. Halbuki 2. tipte sorun, vücudun var olan insüline kolay kolay cevap vermemesidir. Buna insülin direnci denir. Gerçi yıllar geçtikçe bu hastalarda da pankreas yorulunca insülin üretimi azalır.
3 aylık kan şekeri ortalamasi: HbA1C
Diyabet soruları
2-3 aylık ortalama kan şekerinin ne olduğunu gösteren HbA1C %5.6’dan daha azsa normaldir. Ölçüm sonucu %5.7-%6.4 arasındaysa “diyabet öncesi”, onun üstündeyse diyabet teşhisi konur. Grafik HbA1C ve gösterdiği ortalama kan şekeri değerleri yükseldikçe tehlikenin arttığını gösteriyor.
Diyabetin vücudun bir çok organında yarattığı sorunları önlemenin yollarının başında kan şekerini makul sınırlarda tutmak gerekir. Bu amaca ulaşabilmek için kandaki glikoz düzeyinin bilinmesi gerekir. Açlık kan şekeri denilen, sabah kahvaltıdan önce alınan kanda yapılan ölçüm bu açıdan çok fikir vericidir. Lakin, bu değer o andaki durumu yansıtır. Bir çok diyabetli kişi, özellikle tip 1 diyabeti olanlar gün boyunca bir kaç kez kan şekerlerini ölçerek enjekte edecekleri insülin miktarını ona göre saptarlar. Bu işlemi otomatik olarak yapan cihazlar da vardır. Bir de geçen hafta sözünü ettiğim, bir kaç ayın ortalamasını veren bir test vardır. Kısaca HbA1C olarak yazılan bu test sonucu kişinin son 2-3 aydaki kan şekeri düzeyini gösterir.
Kanın kırmızı rengini veren alyuvarların görevi hücrelere oksijen götürmektir. Bu işi yapmak için gerekli olan enerjiyi bir çok hücre gibi glikozdan sağlarlar. Diğer bir çok hücrenin tersine, glikoz alyuvarların içine insüline ihtiyaç duymadan kolayca girer. Kanda şeker yükseldikçe içeri giren glikoz miktarı da artar. Alyuvarın içindeki hemoglobin denilen protein bağlanan glikoz bir daha dışarı çıkmaz. Yeni doğup kana karışan bir alyuvar, ömür süresi olan 2-3 ay boyunca kan dolaşımında kalır. Kanda dolaşan milyarlarca alyuvarın içinde her zaman belli bir miktarda glikoz vardır. Herhangi bir zamanda yapılan ölçüm son 2-3 aydaki ortalama kan şekeri düzeyinin ne olduğunu gösterir.
Diyabeti olan herkes aspirin almalı mı?
Diyabet soruları
Aspirin, kan pulcuklarını baskılayarak pıhtı oluşumunun başlamasının önüne geçer. Böylece damar sertliği olan damarın kan pıhtısıyla tıkanıp kalp krizi oluşmasını önler.
Aspirin mide ve bağırsaklarda ülser dediğimiz yaralara ve kanamalara yol açabilir. Kanama hızlıysa kendini kısa sürede gösterir. Ama sinsi sinsi kanıyorsa, uzun süre gizli kalır. Bir süre sonra kansızlığın yarattığı halsizlikle kendini gösterir.
Okurlardan gelen bir soru da geçen hafta doktorunun Sevda Hanım’a neden aspirin vermediğiydi. Diyabetik olsun olmasın bilinen bir kalp damar hastalığı olmayan bir kişiye aspirin verme konusundaki fikirlerimiz, son 10 yıl içinde yapılan araştırmalar nedeniyle değişikliğe uğradı. Kalp krizi ve inme riski yüksek olmayan kişilerde aspirinin koruyucu özelliğinin yanı sıra kanama yapıcı etkisi olduğu da göz önüne alınınca herkesin asprinden yararlanmadığı ortaya çıktı. Diyabetiklerde yapılan çalışmalar da benzer sonuçlar verdi. Bu verilerin ışığında uzmanlar, aspirin vermeye her diyabetlinin özellikleri göz önüne alınarak karar verilmelidir, bu tedaviden riski yüksek olanlar yarar görür diyorlar.
Diyabetik kişilerde aspirinin etkisini araştırmak için yapılan karşılaştırmalı çalışmalar kadınların asprine cevabının erkeklerden farklı olduğunu düşündürüyor. Aspirin erkeklerde kalp krizini önlemede etkin ama inme önleyci etkisi belirgin değil. Buna karşılık kadınlarda kalp krizi önleyici etkisi olmasa da inme önleyici etkisi var. Aspirin verme kararı bu genel doğrular ışığında her diyabetik erkeğin ve kadının tek tek özellikleri göz önüne alınarak yapılacak bir risk değerlendirmesinden sonra verilmelidir.
Kalp hastalığı için ‘check up’, ama nasıl?
Diyabet soruları
Kalbi besleyen damarların duvarlarında oluşan damar sertliği plakları eskidikçe içlerinde kalsiyum birikir. Bilgisayarlı tomografi filimlerinde parlak beyaz görünümüyle dikkat çeken kireçlenme ne kadar çoksa plakları da o kadar fazla ve yaygın, kalp krizi riski o kadar yüksek demektir. Yukarıdaki şekillerde ve BT resimlerinde normal, orta derecede ve ileri derecede kalsiyum yükü olan 3 damar görülüyor
Kalp krizi çoğu zaman ani ortaya çıkan bir hastalıktır. Diyabeti olan kişilerde ağrı, sızı olmadan kendini gösterebilir. Bazı araştırmalara göre her 5-6 diyabetikten birinde EKG çekilirse, farkında olmadan geçirilmiş kalp krizinin izleri görülür. Kalp krizi riskinin yüksek olduğu kişileri belirleyebilsek gerekli tedaviyi yapıp sorunu ortaya çıkmadan önleyebiliriz demek çok akla yakın geliyor. Lakin, riskin yüksek olduğunu saptamak ve doğru tedaviyi uygulamak çok kolay değil.
Doktor hastasının iyice dinleyip, tansiyonunu ölçüp muayene ettikten sonra kişiyi tehlikeli bir geleceğin bekleyip beklemediği konusunda fikir edinir. Kan şekeri, HbA1C, kolesterol ve diğer bazı kan testleri ve çekilecek EKGnin sağladığı bilgiler bu fikri daha da güçlendirir. Yüksek riskli görünen hastalara efor testi yapılarak kalbi besleyen damarlarda anjiyo yapmayı gerektirecek darlık var mı sorusuna cevap aramak gerekebilir.
Yaygın olarak kullanılan bir diğer inceleme yöntemi de kalbin çok kesitli röntgenini çekerek damarlarda kireçlenme var mı diye bakmaktır. Yapılan çok sayıda araştırma kalsiyum değerlendirmesi diyebileceğimiz, az miktarda radyasyon gerektiren bu bilgisayarlı tomografi testinin işe yaradığını düşündürüyor. Eğer damarlarda hiç kalsiyum olmadığı saptanırsa diyabetli kişiye uzun dönemde kalp krizi riskinin çok düşük olduğu söylenebilir. Buna karşılık damarlardaki kalsiyum birikintileri çoksa risk yüksektir. Kalsiyum yüküne göre daha ileri incelemere baş vurmak gerekebilir.
Bunlara ne gerek var, anjiyo yapıp görelim; en garantili yol budur denilebilir. Gerek bu teşhis yönteminin yaygın uygulanmasındaki güçlükler ve yol açacağı masraf gerek anjiyo sırasında ve sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar bu yolun bir tarama veya kontrol yöntemi olarak kullanılmaması gerektiğini gösteriyor. Yerinde kullanıldığında çok değerli olan anjiyonun, özensiz biçimde kullanılırsa yarardan çok zarar verebilecek bir test olduğu unutulmamalıdır.
SON SÖZ: Diyabet ve kalp konusunda bilmediklerimiz öğrendiklerimizden çok fazla. Hâlâ, hedeflememiz gereken kan şekeri, kan basıncı ve kolesterol düzeylerini tam olarak bilmiyoruz. Kolay ve yaygın olarak uygulanabilecek, maliyet ve etkinliği üstün olan ve gereksiz işlemlere yol açmayacak tarama yöntemlerine ihtiyacımız var. Sağlıklı hayat tarzı için gereken toplumsal dönüşümün yolu engellerle dolu.