Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Berlin’e ilk kez 1984’te gitmiştim, o zaman işgal altındaydı. Fransız, Amerikan ve İngiliz uçaklarından başka ülke uçağı Tegel Havalimanı’na inemiyordu. Batı Almanya ne kadar zenginse, Doğu Almanya da o kadar fakirdi. Ulaşımın kısıtlı oluşu da şehrin gelişimini engelliyordu.

Berlin, o yıllarda Almanya’nın başkenti değildi. Daha sonraki seyahatlerim hep dünya turizm fuarı için oldu. Dolayısıyla şehri gezme imkânı bulamamıştım. Bu gidişimde çok şeyi değişmiş buldum. Markalar artmış, nüfus ciddi yoğunluk kazanmış ve şehir daha modernleşmiş. İlk işimiz Checkpoint Charlie’ye gitmek oldu. İnsanlar önünde resim çektirebilsin diye sembolik bir duvar yapmışlar. Berlin’in eski halinin resimlerini de birkaç objeyle birlikte bir binanın içine koymuşlar. Bu müzenin önünde ciddi bir kuyruk var ve turistik eşya satışını da katarsak, duvarın etinden sütünden faydalanıyorlar. Son yıllarda ne yazık ki İstanbul’umuzun eşi olmayan önemli müze ve yerlerinde bile böyle bir kuyruk göremiyoruz.

Haberin Devamı

Rezervasyonsuz gidilemiyor

Alman mutfağının çok zengin olmamasından ötürü başarılı bir otantik mekâna rastlayamadım. Bu yüzden de bir dünya mutfağı restoranına gittik, fazlasıyla da memnun kaldık. Borchardt’ın yol üzerinde bir tabelası yok, tül perdelerinden de içerisi gözükmüyor. Rezervasyon yaptırmadan da gidilemiyor. Her aksam bar sandalyeleri bile dolu. İki katlı yarı fine dining salonu mevcut, genel olarak servis çok başarılı olmasa da bize hizmet eden otelcilik yüksek okulu mezunu garsonumuz Lucas, elinden geleni yaptı.

1991’den beri Roland Mary tarafından işletilen Borchardt, Berlin’in sayılı mekânlarından biri. Öncelikle fiyatları fahiş değil, menü büyük bir kağıda gayet mütevazı şekilde yazılmış. Dekorasyon, sadece alt kattaki şarap sandığı kapakları ve yüksek gümüş şamdanlardan ibaret... Masa örtüleri ve peçeteler ise pırıl pırıl.

Et menüsü yakından incelenmeli

Yemekleri iki bölümde görebiliriz; klasikler ve dünya tatları. Özel salatası eşliğinde kocaman bir Viyana şinitzel ve şef Michel Weigt’ın spesiyali Marsilya usulü balık çorbası, aşçıbaşının uzun yıllar Cote D’Azur’da çalışmış olması sebebiyle bu bölüme girmiş. Başlangıçlarda kalamata zeytin, roka, çeri domatesli burrata, kaz ciğeri çeşitleri ve dana carpaccio menüyü süslüyor.

Haberin Devamı

Vejetaryenlar için gerçekten muhteşem bir tat olan ratatuy (türlü) risotto ve yanında küçük sebzeler, teriyaki soslu pisi balığı ve tabii ki deniz levreği de diğer lezzetli tatlar.

Et menüsüyse başlı başına incelenmeli. Çünkü hangi yaşta, hayvanın neresinden hangi garnitürlerle nasıl piştiği gibi detayların hepsi menüde mevcut.

Tatlılarda sorbeli krem brüle, Paris’te yediklerimizi aratmıyor. Krep süzet ve grand marnierli parfe de menüde bulunuyor. Tatlı bölümü tamamen Fransız etkisi altında kalmış.

Hasılı Berlin’de bir lokantayı sizlerle tanıştırdım ama ne yazık ki tam bir gastronomi karışımı oldu. Bu yüzden de hepimizin ne kadar zengin bir yemek kültürüne sahip olduğumuza bakıp, övünmemiz gerektiğini düşünüyorum.