Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AKP iktidarı alkollü içkilerin satışına ilişkin yönetmelikte değişiklikler yaptı. Böylelikle alkollü içkilerin satışını, sunumunu ve dolayısıyla kullanımını daha güçleştirdi. Ama, gazoz içmek serbest. Efes Pilsen firması, basketbol takımının adını ya da kendi mesleğini değiştirmek arasında bir seçim yapmak zorunda.
AKP her üç yılda bir içki satışı ve sunumu ile ilgili olarak toplumsal vidaları biraz daha sıkıştırıyor. Önce 2005 yılında, içkiden arınmış bölgeler kurmaya kalktı. Gördüğü tepki üzerine bundan vazgeçti. Sonra 2008 yılında alkollü içkilerin satışı ve sunumunu sınırlayan bir yönetmelik çıkardı. Son yapılan değişikliklerle, içki satışına ve sunumuna yeni engeller getiriliyor.
Bütün bunlar gençliği ve toplumu, aşırı içki bağımlılığına karşı korumak gibi nedenlerle açıklanmaya çalışılıyor. Oysa, Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistikleri bu gerekçenin pek de inandırıcı olmadığını gösteriyor.
2005 rakamlarına göre, 48 Avrupa ülkesi arasında, Türkiye Tacikistan’dan sonra adam başına en az alkol tüketen ülke. Türkiye’de adam başına yıllık alkol tüketimi 2 litrenin altında. Bu rakam, Yunanistan’da 10 litreye yakın. Bosna’da 9, İspanya ve İsviçre’de 10, Fransa’da 14 litre.
Son 12 ayda içki içmeyenlerin genel nüfusa oranı bakımından Türkiye 48 ülke arasında birinci. Türkiye’de bu yüzde, Danimarka’dan 27 kere daha fazla. Yaş grupları açısından baktığımızda, Türkiye’de 15-24 yaş arasındaki yaş grubunda yıllık alkol tüketimi adam başına 3.4 litre iken, Avrupa bölgesi ortalamasında bu rakam 12.2 litre. Türkiye’de bu yaş grubunun alkol tüketimi azalan bir eğri çiziyor.
Bu rakamlar Türkiye’de alkollü içki tüketiminin bir toplumsal sorun niteliği taşımadığını gösteriyor. Her üç yılda bir, ülkenin en önemli sorunu buymuş gibi, yeni önlemler almaya gereksinim bulunmuyor. Ortada korunması gereken önemli bir kamu çıkarı yok. Ama korunması gereken yaşam biçimleri var. Büyümeye çalışan bir endüstri ve bu endüstriye bağlı üreticiler, iş alanları var.
AKP bunları bilmiyor mu? Biliyorsa, çıkarlar arasında doğru dengeyi neden kuramıyor? Bu sorunun yanıtını verebilmek için, konuyu, çocukların aileleriyle yemek yerken lokantalara yapılan baskınlarla, RTÜK’ün “toplumun maddi ve manevi değerlerine aykırı yayın yapıldığı” ve “padişahın mahremiyetine saygı gösterilmediği” gerekçesiyle televizyon kanalına ihtar cezası verilmesiyle, Sn. Başbakan’ın, “Bu heykeli burada görmeyeceğim” diye gürlemesiyle, kız öğrencilerle erkek öğrenciler arasına 45 cm. mesafe koyan okul müdürüyle ve özgürlükleri sınırlayıcı başka önlemlerle birlikte görmek gerekir.
Böyle bakınca, ortaya çıkan resim şu: Toplumdaki değişim dinamiğini kendi amaçları için kullanan siyasal iktidar, İslamcı, muhafazakar bir toplum oluşturma çabası içinde. İçki içilmeyen, kadının eve kapatıldığı ve en az üç çocuk yaptığı, biat kültürünün egemen olduğu, farklı kimliklerin reddedildiği, herkesin İslami değerler çevresinde birleştiği bir toplum.
Böyle bir toplum modelinin içinden aynı zamanda otoriter bir düzenin çıkması kaçınılmaz. Cemaate ait bir yaşam biçiminin egemen olduğu, bireye yer bulunmayan bir toplumda demokrasinin yaşaması olanaksız. Muhafazakar baskıcılık, bu toplum modelinin nitelendirici özelliği oluyor. Baskıyı her düzeyde görüyorsunuz. Aile düzeyinde, mahalle düzeyinde, okul düzeyinde, parti düzeyinde, siyasal düzeyde değişik baskılar var.
İçki içmek, farklı bir yaşam biçiminin simgesi olarak görüldüğünden, bir yandan siyasal iktidar tarafından içki kullanımı önüne engeller konulurken, öte yandan Anadolu kentlerinde giderek artan bir biçimde, içki içene iyi gözle bakılmıyor.
Toplumdaki muhafazakarlaşma-otoriterleşme eğilimlerini tersine çevirmek ancak çoğulcu bir demokrasiye, bireyin hak ve özgürlüklerine inanmış bir siyasal iktidar eliyle gerçekleştirilebilir. Ama, siyasal iktidarın kendisi muhafazakarlık-otoriterliğin nedeniyse, o zaman başka demokratik seçenekler üzerinde durmak gerekir.