Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ABD Büyükelçisi’nin “Balyoz davasını dikkatle izliyoruz. Basın özgürlüğünden söz ederken gazetecilerin gözaltına alınmasını anlayamıyoruz” yolundaki sözleri hükümet cephesinde tepkiyle karşılandı. Sn Bülent Arınç Büyükelçi’nin sözlerini Türkiye’de yeni olmasına bağlarken, Sn Hüseyin Çelik “Büyükelçiler bizim iç işlerimize karışamazlar, bu konuda biçilmiş olan bir alan vardır, hangi büyükelçi olursa olsun orada durmak zorundadır” seklinde bir tepki gösterdi. Buna yanıt ABD Dışişleri Sözcüsü’nden geldi. “Gazetecilerin yıldırılmasına yönelik eğilimlerden geniş kaygılarımız bulunuyor. Bu konuyu Türk hükümeti nezdinde dile getiriyor ve izliyoruz. Dost, müttefik ya da hasım olsun, bir ülkenin evrensel ilkelere saygıda çizgiyi aştığını düşünürsek bunu gündeme getiririz” dedi.
Uluslararası ilişkiler, 1648 Vestfalya Anlaşması’ndan bu yana devletlerin egemenliği ilkesi üzerine yapılandırılmış. Bu ilkenin başka bir yüzü, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi. Devletlerin kendi vatandaşları ile aralarında olup bitenler devletlerin iç işi sayıldığından, devletler buna müdahale etmemekle yükümlü.
Bu anlayış 2. Dünya Savaşı’ndan sonra değişti. Nazi’lerin 6 milyon Yahudi’yi sistematik bir bicimde öldürmesinin yarattığı dehşet, insan hakları ihlallerini tüm uluslararası toplumun ilgi alanına soktu. Bu gibi ihlallere sadece moral ilkelerle karşı koyulamayacağı anlaşıldığından, insan hakları kurumsallaşmaya ve hukuksallaşmaya başladı. Nazi savaş suçlularının yargılandığı Nuremberg Mahkemesi, insan hakları ihlallerine karşı uluslararası yaptırım uygulanmasının ilk adımı.
Bundan sonra, insan hakları bir dizi uluslararası belge ile hukuk normu niteliğini kazandı. İnsan hakları ihlalleri uluslararası hukukun ihlali olarak kabul edildi.
Soğuk savaş sırasında insan hakları Sovyet bloğunun demokratikleşmesinin bir aracı oldu. Uluslararası kuruluşların kurdukları insan hakları izleme mekanizmaları bunda önemli bir rol oynadı. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra ise, insan hakları tüm liberal demokrasilerin ortak paydası oldu.
İçinde yaşadığımız küreselleşmiş dünyada, insan hakları şu özellikleri gösteriyor: Birincisi, iletişim teknolojisindeki gelişmeler sonucu, dünyanın en uzak köşesindeki insan hakkı ihlali, hemen dünyanın her yanından duyuluyor. Hiçbir devlet insan hakkı ihlallerini saklamak olanağına sahip değil.
İkincisi, küreselleşme bir uluslararası sivil toplum yarattı. Bu uluslararası sivil toplum örgütleri, insan hakları ihlallerini izliyor, belgeliyor, dağıtıyor, uluslararası alanda devleti teşhir ediyor ve bir tepki oluşturuyor.
Üçüncüsü, insan hakları kesin bir biçimde devletlerin egemenlik alanı dışına çıkarıldı. Devletlerin egemenliğini sınırlayan bir öğe oldu. Devletin demokratik meşruiyeti ölçütü niteliğini kazandı. Bu sınırlama öyle ileri bir noktaya vardı ki, insan hakları normları devletlerin seçilmiş yasama organlarının dışında oluşturuluyor ve yasama, yürütme, yargı organları bu normlara uymak zorunda kalıyorlar. Bunun somut bir örneğini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi. Günümüzde devletler uluslararası insan hakları normlarına uyum sağladıkları ölçüde demokratik devletler sınıfına girmeye hak kazanıyorlar.
Bu gelişmelerin sonucunda insan hakları, devletlerin iç işi olmaktan çıkarak uluslararası toplumun sorunu oldu. Bu aynı zamanda, insan haklarının devletlerarası ilişkilerin bir parçası olması anlamını taşıyor. Uluslararası toplumun, insan haklarını korumak gibi kolektif bir sorumluluğu doğuyor. Bu sorumluluğu, uluslararası toplum gerekirse, silahlı müdahalede bulunarak yerine getiriyor. 1999’da NATO’nun Sırbistan’ın Kosova’daki insan hakları ihlallerine son vermek için Belgrad’ı bombalaması bunun bir örneği. İkili düzeyde ise, devletler, birbirlerini insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştirmek, ihlallere son verilmesini istemek hakkına sahip. Devletlerin bu tür eleştirileri büyükelçileri kanalıyla iletmelerinde bir gariplik yok.
İnsan haklarının evrensel niteliği, insan hakları kavramının içinde var. Tüm insanlar bu haklara doğuştan, eşit olarak sahip olduğundan, bir ülkede insan haklarının ihlal edilmesine, tepki göstermek, insan olmanın getirdiği bir sorumluluk.
Ancak insanın değer taşımadığı, totaliter-otoriter rejimlerle yönetilen ülkeler, insan haklarını kendi iç işleri olarak görüp, evrensel normlara kapılarını kapamak isterler.
Dışardan gelen eleştirileri öfkelenmeden dinlemek ve gereğini yapmak o ülkedeki demokrasinin kalitesini yansıtır.