Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Önceki gece Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile siyasi rakibi Geert Wilders’i karşı karşıya getiren TV programı, Türkiye-Hollanda krizinin bu seçimlerde ne kadar hâkim bir rol oynadığını gözlerin önüne serdi.
Tartışmaların önemli bir kısmında, bu krizin ışığı altında Türkiye ve İslam’la ilgili görüşler ve argümanlar yer aldı. Canlı yayının yapıldığı geniş salonu dolduranların alkışları da daha çok bu konular üzerinde yankılandı.
Son zamanlarda yabancı ve İslam karşıtı beyanlarıyla yıldızı parlayan Özgürlük Partisi (PVV) lideri Wilders, bir yandan aşırı milliyetçi tutumunu savunurken, diğer yandan Başbakan Rutte’nin Türkiye’ye karşı son “ziyaret krizini”nde izlediği “korkak” politikayı yerden yere vurdu.
Liberal Parti (VDD) lideri Rutte ise Hollanda’da yaşayan Türkler dahil, yabancıların entegrasyonu tezini savundu ve Wilders’in göçmenleri geri göndermeden camileri kapatmaya kadar varan ırkçı düşüncelerini çürütmeye çalıştı.
Tartışmadan sonra yapılan anketler, iki rakip politikacının hâlâ kıl payıyla başa baş gittiğini gösteriyor. Bir Hollandalı analistin deyimiyle, “Hollanda halkı hiç bu kadar kutuplaşmamıştı”...
Wilders kazanırsa...
Aslında Hollanda halkı bugün sandık başına giderken, sadece kendi ülkesi için değil, bütün Avrupa için de önemli bir testten geçiyor.
Hollanda ne yazık ki son zamanlarda Avrupa’da esen aşırı milliyetçi, ırkçı, yabancı düşmanı (ve bu arada İslamofobi ve de Türkofobi) rüzgârlarının odak noktalarından biri oldu. Geert Wilders ismi, artık günümüzün en önde gelen aşırı sağcı figürleri arasında yer alıyor. Onun başında bulunduğu PVV’nin birinci parti olarak çıkması halinde, bu, faşizmin Hollanda’da ve de Avrupa coğrafyasında bir zaferi sayılacak, bir “domino etkisi”yle yakında seçime gidecek olan Fransa’da ve Almanya’da da benzer bir duruma yol açacaktır.
Şu anda Wilders’in partisinin 150 sandalyeli mecliste birinci parti olma şansının son Türkiye krizinden sonra zayıfladığı söyleniyor. Geçen geceki TV tartışmasından sonra birçok analist de böyle düşünüyor.
Ne var ki Wilders’in partisinin birinci çıkması, onun iktidara gelmesi anlamına gelmez. Başbakan Rutte’nin TV tartışmasında da belirttiği gibi, hiçbir parti Wilders ile bir koalisyona girmeye niyetli değil. Dolayısıyla, yeni hükümeti gene Rutte’nin merkez sol ve benzeri partilerle kurması olasılığı var...
Rutte kalırsa...
Türkiye açısından Hollanda’daki siyasetin gidişatı büyük önem taşıyor. Unutulmamalı ki son krizin büyümesinde Hollanda’daki seçim yarışının büyük payı var.
Seçim sonrasında Hollanda yönetiminin daha serinkanlı ve gerçekçi davranarak uyuşmazlığın giderilmesine çalışması beklenir. Türkiye’de referandum nedeniyle “sandık kaygısı” devam etmekle beraber, Ankara’nın da buna daha etkin bir “kriz yönetimi” ile karşılık vermesinde yarar vardır.