Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Oslo’da gerçekleştirdiği bombalı saldırı ardından Utoeya adasında silahla 77 kişiyi öldüren ve 240’da fazla kişiyi yaralayan aşırı ırkçı Hıristiyan terörist Anders Behring Breivik ile ilgili mahkeme kararı cuma günü verilecek.
Saldırıları Norveç’i “Müslümanlardan temizlemek” amacıyla düzenlediğini ve pişmanlık duymadığını söyleyen, dindaş ve ırkdaşlarının ise bundan dolayı kendisine teşekkür borçlu olduklarına inanan Breivik’in, hukuki bir “teknikalite” sayesinde tahliye edildiğini farz edin.
Türkiye’de anında yükselecek sesleri duyar gibi oluyor insan. “İşte çifte standart!” “Alın size Hıristiyan Batı’nın adaleti!” “İşin içinde İslamiyet olduğu için göz yumuldu!”
Neyse ki Breivik gibi hasta ruhlu birisinin tahliye edilmesi söz konusu değil.
Belki, ölüm cezasının olmadığı Norveç’te bile bir çok kişiye göre idam edilmesi gerekiyor ama olmayacak. Fakat ülke yasalarına göre en ağır cezayı alacak. Toplum açısından tehdit oluşturan biri olarak hayatını şu veya bu şekilde demir parmaklılar arkasında geçirecek.

El Kaide bombacısı
Peki bunları nedene yazdık? Günlerdir haberini okuyoruz. İstanbul’da Kasım 2003’de El Kaide adına gerçekleştirilen ve 57 kişinin hayatını kaybettiği, onlarca kişinin yaralandığı bombalı saldırının planlayıcılarından Baki Yiğit, Halep’te öldürülmüş.
Haberlere göre, 2007 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Yiğit, HSBC Bankası, sinagoglar ve İngiliz Konsolosluğu’nu hedef alan 2003’teki saldırılardan sonra gözaltına alınmış ve verdiği ifadelerde TÜSİAD’ı basıp üyelerini rehine almayı planladıklarını da itiraf etmiş.

Aynen Breivik gibi
Haberlere göre, “Usame bin Ladin ile yaptığı kahvaltı nedeniyle ismi gündeme gelen” Yiğit ayrıca, “eşi Ceren ile Afganistan’a gidip kamplarda eğitim gördüğünü de itiraf etmiş.” Özetle, aynen Breivik gibi, kuşkusuz ölümcül eylemlerinden herhangi bir pişmanlık duymayan, bunları Cihat adına bir görev sayan Yiğit, kamu güvenliğini tehdit eden tüm vasıflara sahip.
Bu durumda insan sormadan edemiyor: 2007’de ağrılaştırılmış müebbet hapis cezası alan, ne denli tehlikeli bir kişi olduğu ise kendi itirafları ile sabit olan Yiğit gibi birisi, nasıl oluyor da elini kolu sallayıp Cihat uğruna Suriye’ye gidip Özgür Suriye Ordusu’nun saflarına katılabiliyor?
İnsan, burasının azılı katiller serbest bırakılırken gazetecilerin, akademisyenlerin ve emekli askerlerin hapislerde çürütüldüğü Türkiye olduğunu bir an için unutup, saf bir şekilde, “Bu adamın kamu güvenliği açısından tecrit edilmiş bir şekilde içeride olması gerekmiyor mu?” diye soruyor.
Hangi ülkede olur
?
Meğerse Türk hukuk ölçülerine ve kamu güvenliği anlayışına göre Yiğit gibi birisinin içeride olması gerekmiyormuş. Bu yüzden elini kolunu sallayıp ülke içinde veya dışında silahı ve bombasıyla istediği eylemlere katılmak serbestisine sahipmiş. Nasıl mı oluyor? Bu konuda da “Haberlerin yalancısıyız.”
Çünkü, “İstanbul’daki saldırıların planlayıcısı olduğu gerekçesiyle 2007 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan” Yiğit, “Yargıtay’ın yerel mahkeme kararını bozması üzerine yeniden yargılanarak 2010 yılında tahliye edilmiş. Ardından da Türkiye’den kaçmış.”
Kaçmış ama bu ortadan kaybolmak adına gerçekleşen bir kaçış değil. Silahlı ve bombalı mücadeleyi sürdürmek adına gerçekleştirilen bir kaçış. “Ulusal uğraş” olarak çifte standartlarını yüzüne sürekli vurmaktan hoşlandığımız Avrupa’da hangi ülkede böyle bir şey olabilir acaba?

Kaç cani aramızda?
Norveç’te bağımsız bir panel Breivik’in Utoeya adasında gerçekleştirdiği saldırının önceden öngörülebilir olduğunu tespit etti ve güvenlik güçlerini ihmalkar buldu. Bunun üzerine polis şefi anında istifa etti.
Bizdeyse ne bu gibi halleri doğru dürüst soruşturma ne de ihmalkar bulunan yetkililerin istifa etmesi gibi bir gelenek yok. Bu nedenle, kimliği ve faaliyetleri bilinen ancak ortalıkta rahatlıkla dolaşıp masum insanların canına kasteden kaç kişi var aramızda acaba, diye düşünmeden edemiyor insan.