Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İsrail’in Türkiye ile ilişkiler konusunda sondajları artıyor. Bu arada hem Başbakan Netanyahu hem de aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’dan uzlaşma arayışlarını yansıtan ılımlı açıklamalar geliyor.
Netanyahu, Suriye krizinin de gösterdiği gibi, Türkiye ile İsrail’in ortak çıkarları olduğunu belirterek, diyalogun yeniden tesis edilmesi gerektiğini söylüyor. Lieberman ise Mavi Marmara için, hatayla yirminin üzerinde Pakistan askerini öldüren ABD’nin özür dilemesine benzer bir formülün benimsenebileceğini söylüyor.
İşin gerçeği şu ki, Arap Baharı ve özellikle Suriye krizi Türkiye’nin bölgesel beklentilerini altüst etmiş olsa da, bu kriz ile asıl sarsılan İsrail oldu. Sonuçta, sürekli gerginlikle bezenmiş olsa bile, Ortadoğu’daki “statüko ante,” yani Arap Baharı öncesindeki durum, İsrail için bugünkü kadar tehdit oluşturmuyordu.
Hal böyle olunca, Türkiye ile ilişkiler İsraillilerin gözünde neredeyse hayati bir anlam kazanıyor. Yapılan yoklamalar da zaten İsrail’de Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesinden yana olanların sayısının artmakta olduğunu gösteriyor.
Türkiye tarafındaysa bu konuda aynı aciliyet hissedilmiyor. Hatta bir yoklama yapılsa, İsrail ile zaten asgaride seyreden ilişkilerin tümüyle koparılmasından yana bir sonucun çıkması şaşırtıcı olmaz. Özetle iki ülkedeki beklentiler arasında zıt bir durum söz konusu.

Haberin Devamı

Türkiye’nin üç koşulu
İsrail ilişkilerin düzelmesini isterken, bu ilişkilerin çok da elzem olmadığına inanılan Türkiye’de aynı arzu yok. Bu durumda, en asgarisinden, Mavi Marmara meselesi çözülmeden ilişkilerin yerinde sayacağını tahmin etmek güç değil.
Roma’da önceki gün, İtalyan Dışişleri Bakanlığı ile birlikte çalışan IPALMO adlı dış politika enstitüsünün düzenlediği ve Türk-İsrail ilişkilerinin değerlendirildiği bir yuvarlak masa toplantısına katıldık.
Orada, eski bir istihbaratçı olan İsrailli konuşmacılarından biri, Ortadoğu’daki gidişat hakkında çok karamsar olduğunu, bu nedenle Türk-İsrail ilişkileri hakkında iyimser olduğunu söyledi. Bu söylenen, Ortadoğu daha da karıştıkça Türkiye ile İsrail’in aralarındaki ilişkilere muhtaç kalacaklarına dair bir mantığa dayanıyordu.
Ancak, Ortadoğu’nun daha da karışacağı konusundaki düşünceyi paylaşsak da, bundan Türk-İsrail ilişkilerinde bir düzelme çıkacağına dair iyimserliği paylaşmak kolay değil.
Sonuçta Başbakan Erdoğan kısa bir süre önce bu ilişkilerin düzelmesi için Türkiye’nin üç koşulunu somut ifadelerle tekrarladı.
Ankara’nın İsrail’den ölümcül Mavi Marmara saldırısı için hala özür ve tazminatın yanı sıra, Gazze ablukasının kaldırılmasını beklediğini söyledi. Bunlar yerine getirilmedikçe İsrail’in diyalog için boşuna çabalamaması gerektiğini belirtti.

‘Erdoğan’a duyulan güvensizlik’
İsrail’den ise, Netanyahu ve Lieberman’ın gönderdikleri yumuşama işaretlerine rağmen, bu koşulların Türkiye’nin istekleri doğrultusunda karşılanacağına dair hala somut bir gösterge yok. “Üzüntü ifade edebiliriz, tazminat ödeyebiliriz. Bu arada Gazze’ye abluka yok zira Mısır’dan rahatlıkla geçilebiliyor” şeklindeki açılamalara rağmen herhangi bir adım atılmış değil.
Roma’da İsrailli muhataplarımıza bunun nedenini sorduğunda aldığımız yanıt, “Erdoğan’a duyulan güvensizlik” oldu. Açıkça konuşmak gerekiyorsa, Türkiye’nin tüm talepleri karşılansa bile Erdoğan’ın İsrail karşıtlığından vazgeçmeyeceğine inanılıyor.
Bu inanç hem Erdoğan’ın, hem de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ideolojik yapıları gereğince İsrail karşıtı oldukları düşüncesine dayanıyor.
Nitekim, Türkiye’deki geçmiş iktidarlar, ilişkilerin en gergin anlarında bile, on yıllara dayanan oturmuş bir mantıkla, İsrail ile ilişkilerdeki pragmatik işlevselliğin bir şekilde korunmasına hep özen gösterdiler.
Türkiye için hem içerde, hem de dışarıda -üstelik büyük seçmen desteği ile- alışık olduğumuzdan farklı bir ideolojik bakış açısına dayalı siyasetler güden AKP iktidarının ise böyle bir derdi yok. Bu nedenle İsrail’in mevcut sondajlarının “nafile” olduğunu görmek için müneccim olmak gerekmiyor.