Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bayramın ortasında gerçekleştirilen Gaziantep katliamından sonra AKP Genel Başkan yardımcısı Hüseyin Çelik doğru bir tespitte bulundu. Hürriyet’e konuşurken bu saldırısının arkasında Suriye’nin olabileceğini söyleyerek şunları belirtti:
“Zaten Esad da şu anda ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ yaklaşımından hareketle, Türkiye’nin düşmanı PKK’yı dost görme gibi bir yaklaşım içinde.”
“Düşmanın düşmanını dost görmek” âdeta “eşyanın doğasında” vardır. Beşar el Esad’ın bugün karşı karşıya olduğu ve kendi varlığı için mücadele ettiği bir sırada, Suriye politikasından dolayı Türkiye’yi düşman bellemiş olması, konuya nesnel bakarsak, doğaldır.
Kaldı ki, Baba Esad bile, rejimi herhangi bir şekilde tehdit altında olmamasına rağmen, sırf Türkiye ile girdiği bölgesel rekabet yüzünden, PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmış, Abdullah Öcalan’ı da bu amaçla yıllarca Şam’da güven altında misafir etmişti.

Yararlanması garipsenmemeli
Suriyeli yetkililer de, Türkiye’den Şam’a yapılan üst düzey ziyaretler sırasında konuyu her zaman gündeme getiren Türk yetkililerin gözünün içine bakarak bu konuda yalan söylemekten hiçbir zaman çekinmemişlerdi. Oysa biz bile, bir grup Türk gazeteci ile birlikte, 1992’de Öcalan’la Şam’ın göbeğinde misafir edildiği evde mülakat yapmıştık.
Baba Esad, Türkiye’den herhangi bir somut tehdit görmediği bir sırada PKK’yı kullanabildiyse, oğul Esad’ın var oluş mücadelesi verdiği bir sırada PKK’dan en kanlı şekilde yararlanmaya çalışması garipsenmemeli.
Meseleye “ters açıdan” bakacak olursak, Şam’daki rejim açısından Türkiye bugün “terörist” sayılan unsurları kışkırtıyor ve silahlandırıyor. Gazetelerimizin internet sayfalarında, Suriye konusundaki haberlerin altında yer alan okuyucu yorumlarına bakılırsa, buna Türkiye’de de inanan bir hayli insanın olduğu anlaşılıyor.
Fakat daha vahimi, buna Esad rejimine güçlü destek veren Irak ve İran’daki yönetimlerin de inanıyor olmalarıdır. Nitekim, kıdemli gazeteci dostumuz Murat Yetkin’in, dünkü Hürriyet’in internet sayısında çıkan değerlendirmesinde belirttiği gibi, İran geçen yıl savaştığı PKK’ya şimdi, Suriye’yi kollamak adına, destek verir görünümündedir.
İran’a oranla Irak ile durum tabii ki daha karmaşık, zira işin bir yanında, Türkiye’nin son dönemde iyi ilişkiler kurduğu, fakat PKK konusunda bir türlü yanına çekemediği Kuzey Irak Kürt yönetimi var. Diğer ucundaysa, Suriye konusu dâhil, çeşitli nedenlerle arasının açıldığı Bağdat’taki Şii ağırlıklı Maliki yönetim var.
Daha açık konuşmak gerekiyorsa, bölgedeki gelişmelerin seyrine göre, şu anda Kuzey Iraklı Kürtlerle mücadele içinde olsa bile, Bağdat’ın da PKK’ya göz yumma olasılığı göz ardı edilemez. İlişki ağı ne kadar çetrefil ve çelişkili görünse de, Hüseyin Çelik’in dediği gibi, “düşmanın düşmanı” sonuçta “dosttur.”

Acısını masum insenler çekiyor
Özetle, kısa bir süre öncesine kadar Şam, Tahran ve Bağdat ile diyalog kanalları tümüyle açık olan Türkiye’nin, Arap Baharı’yla gelen tehlikeli dinamikleri öngöremediğini çağrıştıran bir manzara ile karşı karşıyayız.
Bölgede, Türkiye’nin de körüklediğine inanılan mezhep ayrışması ise bunun sadece bir boyutu. Suriye krizi ile yeni dinamikler kazanmış olan Kürt meselesi ise, işin Türkiye’yi çok daha fazla ilgilendiren diğer bir boyutudur.
PKK da bölgedeki dinamikleri iyi anladığını gösteren kanlı bir yönelişe girmiş durumda ki, bunun acısını şu anda ister Türk, ister Kürt olsun, masum insanlar çekiyor. Hükümetin çaresizce tekrar sarıldığı askeri çözümler ise bir türlü arzulanan sonuçları getirmiyor.
Yara da böylece kanamaya devam ediyor ve kanadıkça Şam’da, Tahran’da, Bağdat’ta ve kuşkusuz başka yerlerde birileri seviniyor. Türkiye, bölgeye dönük dış politikasındaki geleneksel ve denenmiş dengeli yönelişlere dönüp coğrafi konumu ile Ortadoğu gerçeklerine göre tekrar hareket etmeye başlamazsa, durumun pek düzeleceği de yok.
Uzun lafın kısası, acımasız bir gerçekçilik isteyen diplomaside ve tabii ki elinizde olmayan nedenler dışında, maharet düşman üretmekte yatmıyor.