Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tahrik amaçlı bir film, İslam dünyasındaki şuursuz kalabalıkları sokağa döküp ölümcül niyetlerle Batılı elçiliklere saldırmalarına neden oldu. Libya’daki ABD büyükelçisi ile üç elçilik çalışanının öldürmelerinin şokunu atlatan Batı kamuoyunda da şimdi karşı öfke gelişiyor.
Bir yanda El Kaide, diğer yanda Norveçli Anders Breivik’in hayranları derken, medeniyetler çatışmasını körükleyip Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki nefreti arttırmayı amaçlayanlar için gün doğdu.
Olayların yaşandığı Müslüman ülkelerdeki liderler mahcubiyet içinde ABD’den özür dilerken, El Kaide’nin Büyükelçi Christopher Stevens’ın öldürülmesinden duyduğu sevinci açıklaması da bunu gösteriyor.
Yaşanan şiddet olaylarından kendi hesapları çerçevesinde sevinç duyan Batılı tahrikçiler de, “Bırakın bu yamyamları Ortaçağ karanlığını yaşasınlar” diyerek kendi kamuoylarındaki bilinçsiz unsurlar nezdinde prim yapıyorlar.
Ne yazık ki, bir avuç radikalin dünyanın istikrarını evlerindeki salonlarından sarsabilecekleri bir dönemden geçiyoruz. Ortada kalan ise, dinlerinin kötülendiğini gören milyonlarca ılımlı Müslüman oluyor. Bu arada kabak Batı’da yaşayan milyonlarca Müslüman’ın başında da patlıyor.
Zaten dikkat edilirse, elçiliklere saldıranların on binlerce değil, yüzlerce veya en iyi halde birkaç bin kişiden ibaret olduğu görülür. Mısır’da iktidara gelmiş olan “Müslüman Kardeşler” bile, radikal “Selefilerin” teşvikiyle yapılan gösterilere katılmadılar.
Onun için bu kanlı olaylara katılanların Müslümanlar arasındaki çoğunluğu ne kadar temsil ettikleri tartışılabilir. Bu arada, söz konusu gösterilerin, bu filmi fırsat bilen bir avuç radikal tarafından kasıtlı olarak tertiplendiğine dair deliller de artıyor.

Türkiye farkı
Burada ülkemiz adına olumlu bir parantez de açmak gerekiyor. Söz konusu filmden en az diğer Müslümanlar kadar rencide olan Türkler arasında bu tür olayların yaşanmamış olması sevindiricidir. “Türkiye farkı” böylece bir kez daha görülmüş oluyor.
Buna rağmen ortada bir gerçek var. Sayıları bütün içinde çok az olsa da, sokağa dökülenlerle onları güdenler, sergiledikleri şiddetin neden olduğu şok sayesinde amaçladıkları kaos ortamını yaratabiliyorlar.
Fakat bu amaçlarının gerçek dünya ile bir ilgisi olmadığı gibi, kendi ülkelerindeki temel gerçeklerle de ilgisi yok. İnançlı bir Müslüman olan Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yaşananlar karşısındaki zor durumu da bunu kanıtlıyor.
Mursi’nin şimdiki asıl derdi, Arap Baharı ile ekonomisi ciddi darbe yiyen ülkesinde, güncel bazda “reel” sorunlarla karşı karşıya olan halkın refah düzeyini arttırmak.
Mısır Maliye Bakanı Mümtaz el Said’in, Türkiye ile 2 milyar dolar tutarındaki bir yardım paketi üzerinde anlaştıklarını önceki gün memnuniyetle açıklamasının nedeni de bu.
Türkiye’den gidecek bu parayla Mısır’ın devasa ekonomik sorunları elbette ki çözülmüş olmayacak. Bu nedenle Kahire şu anda hem IMF ile 4.8 milyar dolarlık bir yardım paketi üzerinde, hem de ABD ile - zaten aldığı yıllık 1.5 milyar dolarlık askeri yardıma ek olarak - bir milyar dolarlık yardım paketi için müzakere ediyor.
Tunus, Libya, Mısır Yemen derken, Arap Baharı’nın rejim değişikliğine uğrattığı bu ülkelerin dertleri bu açıdan aynı. Bu da elbette ki uluslararası işbirliğini zorunlu kılıyor. Açıkça konuşmak gerekiyorsa, bu ülkelerdeki yeni yöneticiler, isteseler de istemeseler de, Batı ile ilişkilerini iyi tutmak zorundalar.
Selefiler ise memnun olmadıkları bu durumu bozmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Buna karşın, halkın refah düzeyini arttırmak adına sundukları hiç bir şey yok. Tek istedikleri, Ortaçağ karanlığı içinde olsa bile, ülkelerini kendi katı teokratik dünya görüşlerine göre yönetmek.
Arap Baharı’nın yükselen gücü “Müslüman Kardeşler” şemsiyesi altında hareket eden çeşitli ülkelerdeki siyasi partilerin karşı karşıya oldukları asıl gerçek işte budur. Bu nedenle şu aşamada sınavdan geçen, Batıdan çok, geri kalmışlığın yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışan İslam alemidir.