Servet Yıldırım

Servet Yıldırım

servet.yildirim@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye küçük ve orta ölçekli işletmelerin dövizle borçlanmasına kısıtlama getirerek çok önemli bir adım attı. Daha önce bireylerin döviz cinsinden borçlanmasının önüne geçilmişti. Bu adımın doğruluğunu son birkaç yıldaki kur hareketlerinde açık şekilde gördük.

Eğer TL’nin sert değer kaybetmesine neden olan bu şoklara vatandaşın yüksek döviz borcu taşıdığı bir durumda yakalansaydık sonuç yıpratıcı olurdu. Bu yeni adımla döviz geliri olmayan şirketlerin dış borçlanmasının önü kesilirken, döviz geliri olanın yapacağı borçlanma son 3 yıllık ortalama döviz kazancıyla ilişkilendirilerek sınırlandırılıyor.

Haberin Devamı

Geçen hafta Davos’ta konuştuğum Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bu adımla kurda oynaklığın azalacağını ve Türkiye’nin risk priminin aşağı geleceğini söyledi.

Gerçekten de bu karardan etkilenecek KOBİ’lerin çok büyük bir bölümünün kur riski yönetme bilgi ve becerisi yok. TL’nin değer kaybettiği dönemlerde yaptıkları panik alışlarla kurdaki düşüşü ve oynaklığı daha da kötü hale getiriyorlar. Bu nedenle açıklanan son önlem piyasadaki oynaklığı azaltmaya yardımcı olur.

Ancak bu adımın önemli bir de yan etkisi olacaktır.

Türkiye 2002’den sonra büyümesini kısmen özel sektörün yaptığı döviz borçlanmalarla gerçekleştirdi. 2001 yılına kadar bankalar ve kamu kesimi ciddi kur riski taşırken bu tarihten sonra özel sektörün riski artmaya, kamunun dış borç oranı ise azalmaya başladı.

Uygulanan politikalarla küçüğü ve büyüğüyle özel sektör bir anlamda dövizle borçlanmaya yöneltildi; rahatça borçlanabilmesinin koşulları yaratıldı. Bu sayede birçok yatırım finanse edildi, işletme sermayesi ihtiyaçları karşılandı ve ekonomi büyüdü.

Eğer 2000’lerin başında 200 milyar dolar civarında olan GSYH bugün 800 milyarın üzerindeyse bunda Türk özel sektörünün ciddi kur riskleri üstlenerek dışarıdan borçlanmasının önemli payı vardır. 2013 Mayıs sonunda hava dönünceye kadar Türkiye ekonomisi bu sürecin faydasını gördü, borçlanan şirketler ise bilançolarına iyi karlar yazdılar.

Yeni dönem başlıyor

Şimdi ise yeni bir dönem başlıyor. İlk etapta 26.000 şirketi ilgilendiren bu adımdan sonra ikinci aşamada geri kalan ve toplam açık pozisyonun yüzde 84’ünü taşıyan 2.100’ün üzerindeki şirkete yönelik düzenleme geliyor.

Haberin Devamı

Bu şirketlerin dövizle borçlanmasının önlenmesinden çok üstlendikleri kur riskini “hedge etme” yani kendilerini korumaya almaları amaçlanıyor. Bir anlamda şirketler üstlenecekleri riske karşı sigorta yaptıracaklar. Bu önlem dövizle borçlanma kapısını açık tutacak tutmasına ama yapılacak koruma ve sigorta işlemlerinin primleri nedeniyle borçlanmayı biraz daha maliyetli hale getirecektir.

Yan etkilerine rağmen özel kesimin kur riskini kontrol etmek için yapılanlar bence doğrudur. Daha önce Hindistan gibi bazı ülkeler de aynı adımları attılar ve sonuç aldılar. Açıklanan faydalar sağlanacaktır ancak yatırımlar, borçlanma maliyetleri ve büyüme üzerinde sınırlı da olsa olumsuz bir etki yaşanabilir. Ana meseleyi kaçırmamak gerekir.

Peki ne değişmeli?

Şirketleri dövizle borçlanmaya yönelten temel sorun iç tasarruf oranının düşüklüğü ve enflasyonun yüksekliğidir.

Haberin Devamı

Yüksek enflasyon ve kısıtlı iç tasarruflar nedeniyle faizlerin yüksek seyretmesinden dolayı birçok şirket aşırı TL faizlerine katlanmak yerine devalüasyon riskini göze alıp, daha düşük faizli döviz borçlanmaya yöneldiler. Yani dövizle borçlanma şirketler için bilinçli bir tercih olmaktan çok bir zorunluk olmuştu. Değişmesi gereken bu yapıdır...

Borsalardaki düşüş korkutmalı mı?

Piyasalarda üç çeşit fiyat düşüşü yaşanır: Geri çekilme, düzeltme ve çöküş. Birkaç gündür dünya borsalarında yaşanan durum şu haliyle bir geri çekilme görüntüsü veriyor. Mevcut hareket henüz düzeltme boyutuna ulaşmadı. Açıklayayım:

Kabul gören tanımlara göre hisse senedi, tahvil ya da emtia piyasalarında bir düşüş hareketine düzeltme diyebilmek için fiyatlarda son 52 haftada görülen zirve değere göre en az yüzde 10’luk bir düşüş yaşanması gerekir. Şu ana kadar olan düşüş bu boyuta ulaşmadı.

İşin doğasında var

Düzeltmeler piyasaların doğasında var. Bir boğa piyasasının yani yükselişin döneminin ardından düzeltmenin gelmesi kaçınılmazdır. Deutsche Bank’ın bir çalışmasına göre borsalarda ortalama her 357 günde bir düzeltme yaşanıyor. Ama 1990 ortalarında olduğu gibi iki düzeltmenin arasının 1.800 günü yani beş yılı bulduğu dönemler de olmuş.

Düzeltmeler genellikle çöküş ile karıştırılıyor. Düzeltme hareketleri kısa sürelidirler. Geçmişteki düzeltmeler gösteriyor ki yüzde 10’un üzerinde bir geri çekilme 3-4 aylık bir süreyi alabilir. Çöküşle başlayan ayı piyasası ya da resesyon ise daha uzun sürelidir.

2013 Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan Robert Shiller’in Davos’ta dediği gibi düzeltmeyi neyin tetikleyeceğini bilemezseniz. İlla bir nedenin olması da gerekmez.

Kötü bir şey değil

Düzeltmeler kötü değildir, sağlıklıdır. Şişkinliği alır, yeni alım fırsatları yaratır. Değişim için imkân tanır, ucuz kalmış iyi hisseleri alma fırsatı verir.

Eğer uzun vadeli bir yatırımcıysanız rahatsınızdır. Çünkü uzun vadeli yatırımınız boyunca defalarca düzeltme yaşayacağınızı bilirsiniz. Bir düzeltme anında panik olmazsınız. Fiyatların belli bir seviyede istikrar kazanıp tekrar yükselmeye başlayacağını, bir süre sonra düşüşün başladığı seviyenin de üzerine çıkacağını bilirsiniz. Ama kısa vadeli yatırımcıysanız ve yatırımınızı da borç parayla finanse ediyorsanız o zaman işiniz o zor. Zaman baskısı size uykusuz geceler yaşatıp, ciddi zararlar verebilir.

Çöküş ise daha farklıdır. Düzeltmede zamana yayılmış yüzde 10 ve üzerindeki düşüş çöküşte neredeyse 1 günde gerçekleşir. Çok hızlı olduğu için yatırımcılar satıp piyasalardan çıkmaya vakit bile bulamayabilir. Ardından uzun süreli ayı piyasası başlar, düşüş yüzde 20’yi aşar. Düzeltmeden farklı, çöküşün ekonomik sonuçları ağırdır. Şirket değerleri düşer, talep azalır, üretim geriler, işten çıkarmalar artar. Bu süreç birbirini tetikleyen bir döngüde ekonomileri resesyona kadar götürebilir.