Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugün çifte gurur ve mutluluk var. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin 95. yılını kutluyoruz hem de böylesine anlamlı bir günde tamamlandığında, dünyanın en büyüğü olacak İstanbul Yeni Havalimanı’nın açılış sevincini yaşıyoruz. Dolayısıyla Atatürk’ün ‘en büyük eserim’ dediği Cumhuriyetimizi ve nereden nereye geldiğimizi irdelemekte yarar var. Çünkü sıkıntılar ve yokluklarla dolu mucizevi bir varoluş destanı bu... 1920’li yılların Ankara’sını İpek Çalışlar, “Mustafa Kemal ATATÜRK, Mücadelesi ve Özel Hayatı” kitabında anlatıyor:

Haberin Devamı

“....Devlet binaları sayılıydı. Hepsi Ankara taşı olarak bilinen pembe mor renkli yerel andezit taşı ile inşa edilmişti... En iyi mekan Maarif Vekaleti’ydi. Gösterişli taş binada Matbuat Umum Müdürlüğü ile Öğretmen Okulu faaliyet göstermekteydi. Bu bina bir süre yeri yurdu olmayan Meclis üyelerine yatakhane vazifesi gördü. Yüz lira aylıklı mebuslara kalacak yer bulunamadığı için Muallim Mektebi’nin koğuşlarına yan yana yer yatakları dizildi.

Vekalet diye anılan kurumların kadrosu birkaç müdür, katip ve odacıdan; mobilyası üzeri çuhasız masa ve kırık iskemlelerden ibaretti. Bazılarının mürekkep hokkası fincandı. Vekillerin yabancı konukları kabul edecek siyah elbiseleri yoktu. Ziyaretçileri geldiğinde Hamdullah Suphi’nin jaketayını ödünç alırlardı.

...Geceleri Ankara ürkütücü bir karanlıkta kaybolur, kirli renkli mumlar yanan teneke fenerlerle gezilirdi. Tehlike haydutlardan değil, karanlık, çamur ve bataklıktan gelirdi.

....Ankara’nın tek konaklama noktası olan Taşhan Meclis’in karşısındaydı. Belediye bahçesi buluşma alanı olarak kullanılır, yanı başındaki aşçı dükkanında da karın doyurulurdu.

....İnsanlar kendilerine ait at ve eşeklerle çarşıya gelirlerdi. Başlıca ulaşım aracı eşekti. Taksi yerine kullanılan birkaç da fayton bulunurdu. Öküzlerin çektiği yaylılar da yaygındı.. Sokaklarda, faytonlara tesadüf edildiğinde, bir çift beygirin çektiği arabada eğer bir vekil görülürse ‘bu ne saltanat’ denirdi.

...Çarşı pek yoksuldu. Yusuf Bey’in tuhafiyeci mağazası. mebuslara bot yapan kunduracı Kohen Efendi’nin dükkanı ile İstanbul Eczanesi vitrini olan üç dükkandı.

Haberin Devamı

...Ankara tek cinsiyetli bir kasabaydı. Adeta kadınsızdı. Yalnız toplantılar değil, evler, oteller, sokaklar hep kadınsızdı.”

Doktorasını Cumhuriyet tarihi alanında yapan Emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu da rakamlarla yine o günlerin Türkiye’sinden bazı örnekler veriyor:

“Türkiye’nin nüfusu 13 milyondu. Okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4 idi. Harf Devrimi’nden yedi yıl sonra, 1935’te yapılan sayımda nüfus 17 milyon oldu; okuma yazma oranı yüzde 19.2’ye yükseldi. Nüfusun yüzde 80’i kırsalda yaşıyordu, önemli bir bolümü göçebeydi. Düşmanların yaktığı köy sayısı 830’du, 930 köy de kısmen yakılmıştı.

37 bin köyde okul, posta, yol yoktu. Ülkede 72 ortaokul, 23 lise ve yüksek medrese düzeyinde eğitim veren sadece bir üniversite vardı. Arapça, Farsça, Fransızca Türkçeyi istila etmişti.

337 doktor, 434 sağlık memuru, 60 eczacı bulunuyordu. 150 ilçede doktor yoktu. 40 bin köye karşılık, diplomalı ebe sayısı sadece 136 idi. Trahomlu insan sayısı üç milyondu; sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın durumdaydı.”

Haberin Devamı

Bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz Cumhuriyetimizi kuranlara, yaşatanlara selam olsun. Yaşasın Cumhuriyet...