Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bittiği açıklanan Fırat Kalkanı Harekâtı, şartların diretmesiyle yapılmak zorunda kalınan ve Türkiye’nin kendi topraklarını garantiye almak için gerekli bölgeyi ele geçirmesini hedefleyen taktiksel bir hamleydi. O ana kadarki (24 Ağustos 2016) uygulanan Suriye politikaları doğrudur, yanlıştır tartışılır ama harekât için bunu söylemek zor. Zira bu harekâtın birkaç hedefi vardı. Birincisi o dönem komşumuz konumuna gelen DAEŞ teröristlerini güneye süpürerek sınır güvenliğini sağlamak. İkincisi ABD’nin korumasındaki PYD/YPG’nin, yani PKK’nın Akdeniz’e kadar ulaşmayı hedeflediği koridoru engellemek... Bir başka önemli hedef de, yeni gelişmelerde Türkiye’ye doğru gelecek olan Suriyeli mültecilerin barınması için “güvenli bölge” oluşturmak. Dahası Türkiye’ye sığınan ve Suriye’ye dönmek isteyen insanlara kendi topraklarında yaşama imkanı sunmak...

Haberin Devamı

Yedi ay süren bu harekat sonucunda gelinen nokta ne? DAEŞ artık menzil dışında, sınırın öte yakasından füze, havan atma gibi bir tehdit oluşturmuyor. Öngörülen 5 bin değil ama 2 bin 225 kilometrekarelik terörden, teröristten arındırılan “güvenli bölgede” yüzbinlerce Suriyeli barınıyor, dolayısıyla da Türkiye’ye yeni göç dalgası yok. Aksine tersine göç başlamış durumda... Ancak ABD güdümündeki PYD/YPG’nin oluşturmak istediği koridor kuzey hattında engellense de El Bab’ın güneyinden hala böyle bir risk söz konusu. Çünkü Kalkan’ın Menbiç ayağı eksik kaldı. Üstelik Fırat’ın doğusuna çekilecek denilen PYD/YPG, ABD ve Rusya’nın hamiliyle daha da cesaretlenmiş durumda. Dahası Menbiç’te şimdilerde insani yardım adı altında kim gelirse onun bayrağı sallanıyor. Yani Menbiç’e yönelik bir askeri harekât artık zor...

Peki bu Menbiç’ten hepten vazgeçmek anlamına mı geliyor? Ya da PYD/YPG’nin El Bab’ın güneyinden Menbiç-Afrin bağlantısını kesecek başka bir hamle yok mu?..

“Var” diyen emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, daha önce de gündeme getirdiği (16 Şubat ve 04 Mart 2017 tarihli yazılarımız) “Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerine taşımak” önerisini yineliyor. Böylece de zorunlu olarak Menbiç’in bir bölümünü de içine alan güvenlik koridoru ya da bölgesi oluşacağını söylüyor. Bugünkü olumsuz koşullara rağmen bunun hala mümkün olduğunu ve nasılını da şöyle anlatıyor:

Haberin Devamı

“Türk askeri normalde El Bab’da kalacak. ÖSO’ya teslim ederseniz TSK olmadan orada yaşayamaz. Eğer Suriye’ye verilmesi düşünülüyorsa ki vermek demek tümüyle o bölgeden ayrılmak değil, El Bab’ın hemen kuzeyine çekilip orada durmak. Türkiye Rusya’ya diyecek ki; ‘El Bab’ı vermeye hazırım ama ben Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerine taşıyorum’. Buna Rusya ve Suriye hiçbir zaman hayır demez, zaten anlaşmalara göre Türk toprağı orası. ABD de hayır diyemez. Çünkü ABD’nin El Bab kime verilmiş umurunda değil onun gözü Rakka’da, YPG’de, kuzeydeki koridorun oluşmasında. Türkiye bunu derse uluslarararası kamuoyunda ve BM nezdinde çok büyük diplomatik bir adım olur. Ve Süleyman Şah Türbesi hemen konuşlanır.”

Türbenin oraya konulması koridoru keser mi?

“Şöyle keser Süleyman Şah’ı sadece 13-14 dönüm yer olarak düşünmeyin. Orada askeriniz, bir Türk toprağı var onu korumanız için 10 kilometre daha öteden emniyetini almanız lazım. Hem DAEŞ’ten hem de diğer örgütlerden gelecek tehdide karşı. Fırat’ın doğusu ve batısından 10’ar kilometrelik bir hatla Türkiye’ye uzanan bu güvenlik koridoru da YPG’nin bölgesinin içinden geçer, Menbiç’in de zaten çoğunu içine alır.”

Haberin Devamı

Ya PYD/YPG tepki gösterirse, bulunduğu yere TSK’nın gelmesini ister mi?

“O bizi ilgilendirmez artık. O bir terör örgütü. Süper güç veya oradaki aktörler ABD, Rusya ve Suriye evet dedikten sonra YPG’nin bir şey demesi hiç önemli değil. Derse de Türkiye bir risk alacak, yapmazsa önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde bu sefer Fırat’ın doğusundan Menbiç ve Afrin’e kuzeyden uzanan bir PKK oluşumundan söz etmeye başlayacağız. Türkiye satranç taşların artık yeniden oynamalı onun için Sülayman Şah Türbesi, Menbiç ve Afrin üçgeninde yapabileceği her türlü girişimi yapmalı. Olaylar çok hızlı akıyor çünkü...”