Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İstanbul’un fethinden itibaren süre gelen 1600’lü yıllarda, İstanbul, dünyanın en özgürlükçü, en toleranslı ve içinde en fazla değişik kültürleri barındıran şehriydi. Burada Sünniler, Şiiler, Ortodokslar Hıristiyanlar, Katolikler, Ermeniler, Kıptiler, Yahudiler hatta Budistler yan yana, birbirlerine zarar vermeden yaşıyorlardı.

O yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa başkentleriyle kıyaslandığında tam bir liberal cennetti. İstanbul, Avrupalıların yaşamayı hayal ettikleri yerdi. O yüzyıllarda, Paris ve Londra’da ise tam bir dini baskı uygulanıyordu. Londra’da Katolikler, Paris’te Protestanlar öldürülüyordu. Tüm Avrupa toplumu, Yahudilerden kurtulmaya ve Müslümanları aralarına almamaya odaklanmıştı. Engizisyon Mahkemeleri’nde her türlü işkence, canlı canlı gömülmeler, zindanlara atılmalar yaşanıyor; çoğu hukuki olmayan biçimde, kafalar koparılıyordu. Bütün bunlara rağmen, Sanayi Devrimi’nin neden İstanbul’da başlamadığını tarihçiler hâlâ sorguluyorlar.

Haberin Devamı

Neden burada başlamadı?

Bu sorunun cevabı, Sanayi Devrimi’nden önce, Avrupa’da tüm ülkelere yayılan bir “din reformu” yapılmış olmasıydı. Katolik kiliseleri, teknolojik buluş ve yeniliklerin merkezi haline getirmeye başladılar. İlk kütüphaneler, arşivler, kataloglar, çizelgeler Orta Çağ Avrupa’sındaki Katolik kiliselerde geliştirildi. İlk saat kiliselerde kullanılmaya başlandı. Vatikan, Orta Çağ Avrupa’sının Silikon Vadisi gibiydi.

Avrupa’nın ilk ekonomik birlikleri sayılan “manastırlar” kiliseler tarafından kurulmuştu. “Manastırlar”da gelişmiş tarım, kamu ve özel sektör yönetimi metotları öğretiliyordu. “Manastırlar” ve “Katedral Okulları”, Avrupa’nın öğrenme ve buluş merkezleri haline geldiler.

Avrupa’daki ilk üniversiteler sayılan, Bologna, Oxford ve Salamanca üniversiteleri kiliseler tarafından kuruldu. İlk bankalar da Vatikan ve kiliseler tarafından desteklendi. O nedenle, Floransa bankacılığın beşiği oldu. Bugün bile Batı üniversitelerinde kiliselerin büyük katkısı bulunuyor. Batı’da birçok üniversite dini liderler tarafından, en özgür kurallarla yönetiliyor.

Haberin Devamı

Zenginliğin kaynağı

İlk çağlarda, zenginliğin kaynağı sayılan iki materyal vardı. Bunlar, madenler ve enerjiydi. Daha sonra, bu kaynaklara “bilgi” eklendi. Orta Çağ Avrupa’sındaki bilgi nesilden nesle, ustadan çırağa miras bırakılan el yazmaları ve bu yazmaları yorumlayacak “mantık” ile sınırlıydı.

Sanayi Devrimi ile birlikte, “bilgi”, matematik ve deneysel verinin çarpanı haline geldi. Günümüzde ise, madenlerden faydalanma alanları çeşitlenirken, büyük ve yeni enerji kaynakları devreye sokuluyor. “Bilgi”nin kaynağı ise, her türlü yazılı ve görsel kaynaklarla, tecrübeler ve duygularla hislerin bir karışımı olarak ortaya çıkıyor.