Cem Mumcu

Cem Mumcu

cemmumcu@okuyanus.com.tr

Tüm Yazıları

‘Kolay’ olana, ‘yüzeysel’ olana meylediyoruz, hayatımızda ‘giriş, gelişme, sonuç’ istemiyoruz. Yaşamın üzerinden hızla tıklayarak geçtiğimizde daha çok şey alacağımızı, daha çok şeyi yiyebileceğimizi sanıyoruz. Derin olmayan, aynı zamanda iki kutuplu kalmaya mahkum oluyor. ‘Tık’ladıkça etiketliyor veya etiketleniyoruz


Biliyorsunuz artık her şeyin kursu var. Çoğunluğu, öğrettiği şeyi sadece iyi değil hızlı öğrettiğini iddia ediyor. Çağın en çok rağbet gören kavramlarından biri hız çünkü. Hızlı kilo vermek, hızlı öğrenmek istiyoruz, hızlı yükselmek, hızlı gitmek, hızlı tanışmak... Sadece internet bağlantı hızımızın yüksek olması yetmiyor, aradığımız şeyi hızlı bulmak ve onu hızla kavramak istiyoruz. Hem uzun hem de hızlı yaşamak istiyoruz.
Yaşamı adeta tüketmeye odaklıyız. Tüketecek şey arttıkça daha da çok tüketmeye yöneliyoruz . Ve de bunu hızla yapmaya olan gereksinimimiz artıyor. Hız da diğer ‘şey’ler gibi aslında. Bazen iyi bazen

Aşk ve hayat: Bir ‘tık’ın çok ötesinde
kötü, bazen güzel bazen çirkin, bazen yararlı bazen yararsız oysa.
Bu köşede yazdığım yazılara gelen tepkilere baktığımda şaşırdığım oluyor. Yazının içeriğine katılanlar, katılmayanlar, beğenenler veya beğenmeyenler olabilir. Fakat bazen yazıyı anlamamış veya söylediğimin neredeyse tam tersini anlamış olanlarla karşılaşıyorum. İçeriğini onaylasa da onaylamasa da ilginç olan yazının doğru anlaşılmamış olması. Sonra iyice baktığımda şunu anladım: Yazı iyi okunmamış! Ne demek bu? Bütünü okunmadan, içinden bazı cümlelere odaklanarak, kavrandığı sanılmış. Bunun nedeni ne olabilir?

Haberin Devamı

Odaklanma sorunu
Okuma biçimimizin değiştiğini, değişmeye başladığını sanıyorum. Anlama ile ilgili süreçlerimizin değiştiğini sanıyorum. Tepki verme hızımızın da arttığını düşünüyorum. Hızlı okuma kursları vardı, sanırım hâlâ da vardır. Sanırım çok rağbet gördü bunlar. Fakat şimdi başka bir durumla karşı karşıyayız. Algı sahamıza düşen sayısız şeyin içinde odaklanma ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Bu yüzden derin olana, yavaş olana dokunamıyoruz. Köşe yazarları alt alta yazıyor yazılarını. Slogan biçiminde, kısa, derinliksiz... Bu tür yazıların daha çok okunduğu biliniyor artık. İnternette tıklanma oranlarına bakıldığında ‘kısa şeyler’in açık ara önde (neye göre önde olduğu ayrıca bir yazı konusu) olduğunu görüyoruz. Hele bir görsel, altında kısa bir yazı varsa çok daha fazla tıklanıyor. Sanırım adı üzerinde her şeyi ‘tık’lamak istiyoruz. Her şeyi ‘tık’layıp geçmek istiyoruz.

Haberin Devamı

Sloganla karar veriyoruz
Yaşam da, yazılar da artık eskisi gibi değil. “Giriş, gelişme, sonuç” istemiyoruz. Yaşamın üzerinden hızla tıklayarak geçtiğimizde daha çok şey alacağımızı, daha çok şeyi yiyebileceğimizi sanıyoruz. Referandum için sandığa mı gideceğiz? Vereceğimiz kararı ne belirleyecek sanıyorsunuz? Önemli bir çoğunluk referandumun içeriğini derinlemesine biliyor, anlıyor mu? Hayır. Hızlı ve yüksek sesli sloganların etkisiyle belirlenecek oyumuzun rengi. Birbirimiz hakkında da hızlı kararlar veriyoruz. Derinlikten uzaklaştıran bu süreçte bir kitabı, bir yazıyı da okuyup okumamaya da sloganla karar veriyoruz. Okuduğumuzda da kalın yazılmış yerlere, sloganlara, yüzeyselliğe teslim oluyoruz. Oysa bilgi edinmek zor bir süreç. Emek istiyor. Oysa emek vermek istemediğimiz için ‘kolay’ olana, ‘yüzeysel’ olana meylediyoruz. Dahası bu sığ ‘bilgi’ye de sıkı sıkı sarılıyoruz. Çünkü derin olmayan, aynı zamanda iki kutuplu kalmaya mahkum oluyor.
Seviyorum sevmiyorum, güzel çirkin, iyi kötü... Zaten bu ‘bilgi’yi de yaşamı kavramak için kullanmıyoruz. ‘Bilgi’nin bizi işaretlediği ‘taraf’la var oluyoruz. ‘Başka’ türlü düşünemiyoruz. ‘Tık’ladıkça etiketliyor veya etiketleniyoruz. Düşünce ve duygularımızın iyice yüzeysel olana teslim olduğu bu süreçte bizi nasıl bir gelecek ve nasıl hayatlar bekliyor?
Yaratmanın temel dinamiklerinden birini, yani derinliği ve o derinlikten çıkacak yeni, yepyeni patlamaları kaybediyoruz. Derinde duranı ve henüz bilinmeyeni emekle, terle, yoğunlukla, zorlukla kim dışarı çıkaracak? Kim zaten olup biteni yaşamak yerine, yaşayacağını var etme gücünü gösterecek? Kim hayatı(nı), özündeki çamurdan çıkarıp ona biçim verecek? Hızla bakılan hızla tüketilen ‘tık’nefes bir hayatın yerine derin soluklu olanı kim koyabilecek?

Haberin Devamı

Kocaman bir roman gibi
Bilgi ile, yazıyla, izlediğimiz şeylerle ilişki kurma biçimimize iyi bakarsak başka meseleler de görebiliriz. Çünkü bir diğeriyle karşılaşmakla başlayan ve yaşamboyu sürme potansiyeli taşıyan ilişkilerimizde de benzerlik var. Karşımızdakini de -bizden önceki yaşamını içeren- kocaman bir roman gibi düşünürsek ‘O’nun bilgisine, ‘O’nun özüne ve derinliğine ne kadar dokunabiliyoruz? Ne okuyor, anla-maya çalışıyor ve ‘O’nda derinleşe-biliyoruz? ‘İçimiz’deki ve ‘ikimiz’deki yıllarca sürme potansiyeli olan dostluğu, ilişkiyi, aşkı var edebiliyor muyuz? Birbirimizde kalabiliyor muyuz? Yoksa birbirimizi de mi ‘tık’layıp geçiyoruz?


Haftanın önerileri
Kitap: Büyük Taş Yüz, Nathaniel Hawthorne, Dost Kitabevi Yayınları
Film: The Hangover, Todd Phillips
Müzik: Elysium for the Brave, Azam Ali
Web Sitesi: www.thecupcakeparade.blogspot.com
Mekan: Baan Khanitha Restaurant, Bangkok, Tayland