Kültür Sanat Şaka ise hiç komik değil

Şaka ise hiç komik değil

26.11.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Senenin iddialı filmlerinden “House of Gucci”, Lady Gaga başta olmak üzere abartılı performans sergileyen yıldız oyuncu kadrosuyla bir moda devinin tuhaf ve trajik geçmişini anlatıyor

Şaka ise hiç komik değil

MÜJDE IŞIL - 91 yaşında hâlâ film çeken ve aktörlük yapan Clint Eastwood’un enerjisine yetişmek zor ama  Ridley Scott  da ondan pek geri kalmıyor. Bir yandan “Gladiator 2” üzerinde çalıştığı açıklanırken diğer yandan da bir ay arayla iki filmi vizyona girdi  Scott’ın. İkisi de kitap uyarlaması olan filmlerden “The Last Duel/Son Düello”, kadın üzerindeki erkek tahakkümünün yüzyıllardır değişmediğini, olgun bir sinema diliyle anlattı. Bu filmdeki oyuncusu Adam Driver ile yeniden birlikte çalıştığı “House of Gucci/Gucci Ailesi”nde ise hâkim olan kavram olgunluk değil, tam tersine karikatürize ederek ti’ye alma hâli…

Haberin Devamı

İtalyan moda devi Gucci’nin üçüncü ve kendi adını taşıyan son kuşak yöneticisi olan  Maurizio Gucci’nin Patrizia Reggiani ile ilişkisini anlatıyor film. Zengin, ürkek ve tekdüze Gucci ile zengin yaşama hedefine odaklanmış, kurnaz stratejist Patrizia Reggiani’nin evliliğinin nasıl başlayıp hangi noktaya vardığını izliyoruz. Aslında ortada tuhaf bir trajedi var ama senaristler Becky Johnston ve Roberto Bentivegna ile birlikte Ridley Scott bu trajediyi alay ederek anlatmayı tercih etmiş.

Hikâyedeki saçmalıklar zinciri gerçekten de şaşırtıcı. Moda imparatorluğunu yönetmekten aciz bir veliaht, kendi çıkarı için babasını ihbar eden evlat, evliliği bitince kocasının hayatına göz diken ve bir büyücüden destek alan bir eş… “House of Gucci/Gucci Ailesi” tüm bunları alıp absürt komediye çevirmeyi hedefliyor. Sorun da burada ortaya çıkıyor. Tüm oyuncular karikatürize edilmiş karakterlerini olanca abartıyla oynuyor; film de yer yer televizyondaki gülünç yetenek şovları gibi bir hâl alıyor. Yapay olduğu özellikle vurgulanan İtalyan aksanları da cabası… Erkek karakterlerin zayıflığı, vizyonsuzluğu; buna karşın aileye dışarıdan gelmiş ve farklı sınıftan bir kadının insanları birbirine düşürmesi, aynı zamanda aile içindeki ve işteki zaafları da herkesten daha iyi görebilmesi, hikâyenin en ilginç noktasıyken film, ne absürtlüğüyle şaşırtabiliyor ne de bundan bir mizah çıkarabiliyor. Belki de bu hikâyenin anlatım tarzı böyle olmamalıydı. Belki de yaratıcı ekibin mizah seviyesi bunu karşılamaktan uzak. Örneğin, Martin Scorsese’nin maharetli ellerinde çetrefilli bir ihanet destanı çıkabilirdi aynı konudan. 

Haberin Devamı

“House of Gucci/Gucci Ailesi”ndeki abartılı performanslardan en akılda kalıcı olanı Lady Gaga’nınki hiç kuşkusuz. Çirkef ve kurnaz Patrizia Reggiani karakterini öyle ilginç canlandırmış ki içinde böyle bir kişilik yattığını da düşündürtüyor, “bu kadar da abartılı oynanmaz ki” de dedirtiyor. En kötülere verilen Razzie adaylığı (belki de ödülü) alması şaşırtıcı olmaz. Adam Driver, Al Pacino, Jared Leto, Jeremy Irons, Salma Hayek gibi bir kadrodan geriye ise hayal kırıklığı kalıyor.  Ridley Scott’tan “The Last Duel/Son Düello” gibi iyi filmler görme ümidimiz ise devam ediyor.

Haberin Devamı

Sahile vuran Lenin heykelini kim çaldı?

Gerçek hayat, hayal gücümüzden çok daha tuhaf hikâyeler yazabiliyor. Karadeniz’e vuran Lenin heykeli gibi… 90’ların başında Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı dönemde Karadeniz’e atılan, ahşaptan bir Lenin büstü Düzce’nin Akçakoca ilçesinde sahile vuruyor. Bir ara bu heykelin müzede sergilenmesi ya da meydana dikilmesi tartışılıyor ama neticede kaderi, belediye deposuna kaldırılmak oluyor. Yönetmenliğini Tufan Taştan’ın üstlendiği, senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte kaleme aldığı “Sen Ben Lenin”, gerçek hayatın sahilde bıraktığı hikâyeyi hem sahici hem de masalsı bir noktadan devam ettiriyor.

Şaka ise hiç komik değil

“Sen Ben Lenin”, bir soruşturma odasında geçiyor. Bir sahil kasabasında belediye, denizden gelen Lenin heykelini, turizmi patlatır düşüncesiyle meydana diker. Ancak resmî açılış öncesinde heykel çalınır. Komiser Erol ve Ufuk, o heykeli bulmakla görevlendirilir. İkili kasabaya gelip herkesi sorgudan geçirir. Ancak heykeli bulmak için çıktıkları yol; onları başka kayıplarla, çelişkilerle yüzleştirir.

Haberin Devamı

Tek mekânda geçen filmlerin başlıca dezavantajı, teatral anlatıma kayıp sinemasal etkisini kaybetmesidir. Bir sorgu odasında geçen “Sen Ben Lenin”, böyle bir sorun yaşamıyor. Sürekli değişen planlarla ve senaryonun kıvraklığıyla anlatısını sinemasal çerçevede tutmayı başarıyor. Sorgu boyunca polislerin karşısına gelen her bir karakter, toplumsal ve siyasi hafızamızdan süzülüp de o koltuğa oturuyor. Faili meçhuller, birbirine kuşkuyla bakan cenahlar, mucize bekleyenler, kendini kurtarmanın peşinde olanlar… Bu işin gerçekçi tarafı… Masal tarafına gelince… Taştan ve Bıçakçı ikilisi, filmde kasabanın ismini zikretmedikleri gibi belli bir zamanı da işaret etmiyor. Akıllı cep telefonu kullanılıyor ama 80 ve 90’lara daha yakın bir atmosfer var filmde. Ufuk Komiser’in camdan her baktığında gördüğü imgeler, görsel açıdan masalsı anlatıyı kuvvetlendiriyor.

Haberin Devamı

Pelin Esmer ve Emin Alper’i sürpriz rollerde izlediğimiz film; Barış Falay’dan  Serdar Orçin’e,  Saygın Soysal’dan Nur Sürer’e, Melis Birkan’dan Hasibe Eren’e kadar güçlü kadrosuyla da gönülleri fethediyor. Yurt içi festivallerde övgüler ve ödüller toplayan bu ilk film, 2021’in en iyi yerli yapımlarından biri.