Pazar Gazeteci Zincirkıran'ın yarım asırlık anıları

Gazeteci Zincirkıran'ın yarım asırlık anıları

22.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hürriyet (1960-1969) ve Günaydın'da (1970) genel yayın müdürlüğü yapmış olan gazeteci Necati Zincirkıran, 1950 yılında başlayan meslek anılarını, "Olaylar, Anılar ve Gerçekler" (Epsilon Yayınevi) adıyla kaleme aldı.

Gazeteci Zincirkıranın yarım asırlık anıları

axpaz011.jpg Hürriyet (1960-1969) ve Günaydın'da (1970) genel yayın müdürlüğü yapmış olan gazeteci Necati Zincirkıran, 1950 yılında başlayan meslek anılarını, "Olaylar, Anılar ve Gerçekler" (Epsilon Yayınevi) adıyla kaleme aldı. 1929 doğumlu Zincirkıran, gazeteciliğe Beyoğlu muhabiri olarak başladı. Ortadoğu muhabirliği yaptı. Hürriyet'in Ankara bürosunu kurdu. 31 yaşında Hürriyet'in Genel Yayın Müdürü oldu. Genel Yayın Müdürlüğü'ne Günaydın'da devam etti. 12 Eylül sonrasında Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirildi. 13 yıl da Sabah'ta çalıştıktan sonra 55 yıl süren kariyerini noktaladı. Emin Karakuş, Hürriyet'in kurulduğu günden 1957 yılına kadar Ankara temsilcisiydi. Karakuş bu işe 1937 yılında başlamış ve 1975 yılına kadar sürdürmüştü. Karakuş Marksistti. Karakuş'un küçük kızının eşi kimdi? Tahmin edemezsiniz. MİT Müsteşar yardımcılarından Hiram Abas!.. Namı diğer 'Bay Pipo'...Bir gün Hiram'a sormuştum."Senin kayınpederin komünistliği ne düzeyde, biliyor musun?""Keşke bütün komünistler onun gibi olsa" diye cevap vermişti. "Emin Bey zararsız komünisttir. Dürüst ve mert bir insandır. Nâzım'dan şiir, Ruhi Su'dan türkü okumak hoşuna gider. Hepsi o kadar! Sicili de pek fena değil!.."İşte bu Emin Bey 1957'de yerini bana bıraktı. Ona araba kullanmayı ben öğrettim. 5 Mayıs 1960 tarihinde, saat 5'te (yani "555 K" olayında) Kızılay'da, Atatürk Bulvarı'ndaki protestoda, arabasından inip gençlerin üzerine giden Başbakan Menderes'i, Emin Karakuş Volkswagen arabasıyla kurtarmıştı. Marksist gazetecinin damadı MİT'çiydi Sedat Simavi, Yunanistan'dan gelen misafirleri Sakız'a uğurlama görevini Hikmet Bil'e vermişti. Hikmet sormuştu: "Neden Sakız'a kadar?"Simavi, "Babam Sakız Mutasarrıfı iken öldü. Bu vesileyle dönüşte onun Müslüman mezarlığındaki mermer kabrinin bir fotoğrafını getirirsin bana" demişti. Hikmet Bil'e mezarın yerini krokiler çizerek tarif etmişti.Sedat Simavi'nin babası Hamdi Bey (1851-1907) hür fikirli bir Türk aydını olduğu için ömrünü sürgün sayılan görevlerde geçirmişti. Bu bakımdan Sedat Bey babasından uzak büyümek zorunda kalmıştı.Hikmet, Sakız'da her önüne gelene oradaki Müslüman mezarlığını soruyordu ama bulamıyordu. Bir gece, Osmanlılar zamanında milletvekilliği yapmış birine sordu. Adam, "Ooo", demişti. "O mezarlık çoktan tarihe karıştı. Şimdi oradan şehre gelen geniş asfalt yol geçiyor!"Hikmet Bil Sakız'dan dönünce Sedat Simavi sormuştu, "Nerede babamın mezarının fotoğrafı?""Müslüman mezarlığı yok edilmiş. Oradan yol geçiyor.""Peki nereye almışlar?""Yok etmişler!"Sedat Simavi'nin gözleri dolu dolu olmuş: "Bu vandallıktır" diye bağırmış, sonra bir kelime daha söylemeden susmuştu! Sedat Simavi kime "Vandallar" diye bağırdı? Gazetecilik hayatımda Kıbrıs'ın önemli yeri var. Çünkü, Hürriyet'te 1952 yılından itibaren Kıbrıs'la ilgili haber ve faaliyetlerin içindeydim. Yılda beş-altı sefer adaya gidip geliyordum."Times of Cyprus" Makaris'un Başpiskoposluğu'nun finanse ettiği İngilizce bir gazeteydi. İşte, benim Kıbrıs'a bir gidişimde Times of Cyprus'ta birinci sayfadan bir haber yayımladı:"Yalancı gazeteci Necati Zincirkıran Kıbrıs'ta" diye. Bu başlığı görünce şaşırıp kalmıştık.Haberde büyük bir maddi yanlışlık vardı. Benim Cumhuriyet gazetesi yazarı olduğum yazılıydı. Yazılar ve yalanlamalar benimle ilgili değildi. O sırada ada başsavcılığından ayrılarak kendini cemaat işlerine veren Rauf Denktaş, yeni avukatlığa başlamıştı. Bana, "Bir dava açarsak bu adamlardan 10 bin sterlin tazminat alabiliriz. Papazı da mahkum etmiş oluruz. Kıbrıs davası için bunu yapalım" demişti."Times of Cyprus"ı 7000 sterlin ödemeye mahkum ettirdik. Sabah telefon çaldı. Karşımda Denktaş, "Oğlum, papazı nihayet mahkum ettik, gel paranı al. Çekin, bende" diyordu. 1960'da otomobil permisi de çıkınca Makarios'un parasıyla yeni bir araba sahibi oldum. Makariosçu gazete sayesinde araba aldım Ortadoğu'da, Hürriyet muhabiri olarak çalıştığım yılların en ilginç olaylarından biri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kahire Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay'ın Mısır'dan sınır dışı edilmesidir.1952 yılı Eylül'ünün son günlerinde Kahire'deydim. Mısır'da Genç Subaylar İhtilali'nin üzerinden henüz iki buçuk ay geçmemişti bile.Tugay ise, ihtilal lideri için, "Bunlar Çingene" diyordu bana. Açık açık böyle konuşuyordu sefarethanenin balkonunda buzlu çayını yudumlarken (...)Doğru olan, ihtilal olduktan sonra bu büyükelçiyi Kahire'den başka bir göreve almaktı. Nedense bu yapılmamıştı. Yapılmadığı gibi büyükelçinin ihtilalcilere karşı kendi kafasına göre davranmasına da seyirci kalınmıştı.Adam peşin hükümlüydü ve delice işler yapıyordu. Bir gün bana, "Ben Deli Fuad Paşa'nın oğluyum. Arnavutum, kafam kızarsa her şeyi yaparım" dediğini hatırlıyorum.Mısır basınında Tugay aleyhinde yazılar gittikçe artmaya başlamıştı.İşte böyle bir havada, 1954'te Kahire Operası'ndaki resepsiyonda Mısır lideri Cemal Abdülnasır, sefirlerin ellerini teker teker sıkarak Tugay'a yaklaşmış, "Hello" diyerek elini uzatmış. Tugay'ın eli sanki kasıtlı şekilde arkasındaymış. Tugay, Nasır'ın uzanan elini sıkmadan işaretparmağını sallayarak, "Basındaki saldırılarınızla bir centilmen gibi davranmıyorsunuz" demiş. Bu sözleri etraftaki diğer yabancı sefirler tarafından da duyulmuş.Bunun üzerine iyice öfkelenen, 38 yaşındaki ihtilal lideri Abdülnasır, Büyükelçimiz Tugay'ı neredeyse tokatlayacakmış. Ancak kendini tutmuş. Derhal Devrim Konseyi'ni toplayarak Büyükelçiyi "istenmeyen kişi" ilan etmişti. Mısır'la arayı bozan büyükelçi 1950 yılının ilk aylarıydı. Yenisabah gazetesi İngilizce bilen muhabir arıyordu, başvurdum, hemen yer gösterip haber yazdırdılar. "Yalnız bu yerin sahibi Ref'i Cevat Ulunay Bey'dir. Gelince hemen kalk, kendisine hürmet göster" dediler. Ref'i Cevat Ulunay Bey tipik bir yazardı. Kapıdan girer girmez oranın havası değişmişti. Başında güzel bir bere vardı. Çantasından bir minder çıkardı, benim kalktığım sandalyeye koydu ve oturdu. Sonra gene çantasından mürekkep hokkası ile üzerinde Redis uç bulunan kalemini aldı. Masaya koydu.Bana dönerek, "Nuru aynım, sen kimlerdensin?" diye sordu. Gazeteci olmak istediğimi söyledim."Başka bir iş mi bulamadın, yavrum?" dedi."Hayır, bu işi yapmak istiyorum.""Ha, söylesene çile çekmeyi seviyorsun sen!.." Ref'i Cevat'la karşılaşma Yıl 1969... İlk defa Sovyetler Birliği'ni ziyaret eden Cumhurbaşkanı Orgeneral Cevdet Sunay, yanına büyük gazetelerin genel yayın müdürlerini ve başyazarlarını almıştı. Ben, o zaman Günaydın gazetesinin genel yayın müdürü ve başyazarıydım.Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı dahil hepimize brifing verilmişti. MİT Kontrispiyonaj Daire Başkanı, Rusya'da kapalı mekânlarda gizli şeylerin konuşulmamasını istemişti. Moskova'da kaldığımız odalarda büyük aynalar vardı. MİT uzmanı, aynaların önünde soyunmamamızı da istemişti!Benim odamın yanında eski başbakanlardan Ferit Melen kalıyordu. İlk gece aynaların önünde bir tereddüt geçirmiş ve gelip kapımı vurmuştu. Kulağıma eğilmiş; "Necati Bey kardeşim, gelip benim odama bir bakar mısınız? Nerede soyunayım? Her taraf ayna" demişti. Soğukkanlı bir kişi olan Melen bayağı endişelenmişti. Onu alıp odasına götürdüm ve bir köşeyi gösterdim. "İşte burada soyunabilirsiniz" dediğimde rahatlamıştı. Başbakan Melen'in ayna tedirginliği Nevzat Tandoğan'la ilgili bir anıyı da eski tüfeklerden olan bir solcu akrabam anlatmıştı. Bir gün onu valinin karşısına çıkarmışlar.Vali, "Anlat bakalım şu komünistlik nedir?" demiş. Zeki Bey de tatlı tatlı komünistliğin "eşitlik ve adalet" olduğunu anlatmış.Vali Tandoğan, "Ne diyorsun ulan sen?" diye parlamış. "Kalkmış, bana komünizm propagandası yapıyor. Ulan komünizm iyi bir şey olsa biz bunu sizin gibi kılkuyrukların eline mi bırakırız? Önce biz kabul ederdik. Defol buradan" diye bağırmış. "Biz getirirdik" 1959 yılı... Başbakan Adnan Menderes, Zürih'te Yunan Başbakanı Karamanlis'le yapılan ikili görüşmelerden sonra Londra'da antlaşmaları imzalayacaktı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ön hazırlıklar için beraberindeki heyetle İsviçre'den Londra'ya gidiyordu. Basel Havaalanı'na indiğimizde Daily Mail gazetesinin diplomatik muhabiri John Dickie yanıma geldi."Zorlu'nun yanındaki güzel kadın kim?" diye sordu. Dışişleri Bakanı, Zürih'e Vesamet adındaki sevgilisiyle birlikte gelmişti. Başbakan Menderes, Türk heyeti ve Yunanlılar Dolder Oteli'nde, Bakan ise göl kenarındaki Barolac'da kalıyordu. Bir sabah Vesamet Hanım ve Fatin Rüştü Bey'le asansörde karşılaştım. Zorlu, Vesamet Hanım'ı bana takdim etmek zorunda kalmıştı. Zarif ve şık bir hanımefendiydi.Dickie, Büyükelçi Zeki Kuneralp'e gitmişti. O da, "Bilmiyorum" diye başından savmıştı. En sonunda olay Zorlu'ya, intikal ettirildiğinde, Dışişleri Bakanı, "Söyleyin ona, İngiltere Müstemlekeler Nazırı Duncan Sandys'in yanındaki sarışın ne ise, bu da odur" demişti.Bunu duyduğumda, "Eyvah!" demiştim, "Yarın İngiltere'de büyük bir skandal olacak."Dickie'ye sordum, "Zorlu, çok mert bir adam. Doğruyu söyledi, hiç gizlemedi. Onun için bu konuda bir şey yazamam" demişti. Dışişleri Bakanımız sevgilisiyle geldi