Seni sahiplenmesini istiyor musun?

Herkese merhabalar,

Bu haftaki yazımda son dönemde sıklıkla karşıma çıkan bir soruyu size yöneltmek istedim çünkü bu soruya vereceğiniz yanıt sizin günümüzde kadın erkek ilişkilerine bakış açınızı ortaya koyacaktır; öyle ki eğer bu soruya cevaben evet diyorsanız bunun anlamı vereceğiniz hayır cevabının anlamından oldukça farklıdır.

Uzun yıllardır İlişki Koçu sıfatıyla kadınlarla birebir seans yaptığım için detaylı gözlemlerde bulundum ve bu yazının konusu olan sahiplenme olgusunun kadınları ikiye böldüğünü fark ettim; şöyle ki bazı kadınlar sahiplenme duygusu olmadan kendimi bir ilişkide hissetmiyorum derken diğerleri ise “Bir erkeğin beni sahiplenmesine kesinlikle ihtiyacım yok ben kendim yeterince güçlüyüm böyle saçma sapan hareketlerle işim olmaz” diyorlar.

Haberin Devamı

Görüldüğü üzere arada ciddi bir anlayış farkı var, bir taraf sahiplenme duygusu benim için ilişkinin özüdür ve bir erkeğin bana sahip çıkması kadınlık duygumu alevlendirir, kendimi kadın olarak hissetmemi sağlar diyor. Diğer taraf ise bunun sadece zayıf kadınların işi olduğunu, güçlü bir kadının asla bir erkeğin sahiplenmesine ihtiyacı olmadığını hatta kendisinin erkeği sahiplenebileceğini çünkü ilişkide eğer güçlü bir taraf var ise bunun kendisi olacağını, erkeğe asla güvenmemek gerektiğini çünkü erkeklerin güvenilmez varlıklar olduğunu söylüyor.

Şuradan yola çıkmalıyız, genellemeler her zaman sağlığa zararlıdır ve kimseye faydası olmaz. Eski ilişkisinde aldatılmış bir erkeğin tüm kadınlar kötüdür ya da kadınlar aldatırlar gibi hiçbir gerçekliği olmayan genellemeler yapması tamamen mantık dışı bir davranış olacaktır. Aynı şekilde bir kadının yaşadığı kötü deneyimler nedeniyle ya da çocukluğunda babasından göremediği ilgi ve sevgi nedeniyle tüm erkekler kötüdür veya erkekler hiçbir işe yaramazlar gibi genellemelere gitmesi pek sağlıklı değildir.

Batı toplumlarında şöyle bir şey yaşandı, yetmişli ve seksenli yıllarda kadınların iş gücüne katılımı sağlandı ve iş kadını ayakta kalabilmek adına iş hayatında erkeklerle mücadeleye girişti. Bu mücadele esnasında ister istemez maskülen enerjiye geçiş yapan kadınlar iş hayatında mücadeleyi kazanma ve kariyerlerinde başarılı olma adına mesafe aldılar ancak bu arada kimileri iş hayatında sahip olduğu erkeksi enerjiyi ofisinde bırakmayı başardı ve eve gittiğinde kocasının yanında kadın enerjisini yani dişi enerjiyi ortaya koymayı başardı. Ofis ile ev arasında bu enerji değişimini başarmak zor olduğu için her iş kadını bunu yapamadı ve bazıları ofiste savunma mekanizması olarak ortaya koyduğu maskülen enerjiyi eve taşıdı ve kocasıyla bir araya geldiğinde ofiste alışık olduğu üzere ona da emirler vermeye başladı. Kocası ilk başta bunu alttan almaya çalıştı çünkü bilinçli bir kocaydı ve karısını erkeksi hale getiren kariyer basamaklarını görebiliyordu ve onu bu konuda suçlamıyordu.

Haberin Devamı

Oysa her hoca bu bilinç seviyesinde değildi ve bazıları evde kendisine maskülen davranmaya başlayan karısının yanında artık kendini bir erkek gibi hissetmemeye başladı. Burada psikolojik olarak kopmalar başladı ve aynı evin içinde yaşamını sürdüren eşler arasına sonsuz mesafeler girdi.

Haberin Devamı

İki insan aynı çatının altında yaşasalar bile aralarına imkansız mesafeler girebilir, bunun adı sessizliktir ve bir okyanus gibidir. Böyle bir atmosferde hem kendinizi hem de birlikte olduğunuz insanla aranızdaki duyguları kaybetmeye başlarsınız. İşte bu kariyer süreçlerinde çalışan eşler arasına soğuk sessizlikler girmeye başladı.

En önemli nokta şuydu: Koca rolündeki erkek iş adamı veya patron kimliğini ofiste bırakıp eve geldiğinde karısının kocası veya ailenin babası rolünü oynamalıydı aynı şekilde kadın da iş kadını veya patron rolünü bir kenara bırakıp kocasının karısı ve ailenin babası rolünü oynamalıydı. Aslında bu roller ile evlilikler 90% ölçüde başarılı oluyordu ve seksenli yıllara baktığımızda batıda boşanma oranları ülkelere göre değişiklik göstermekle birlikte genel olarak 9% seviyesinde görünüyor.

Bu ne demek?

Roller değişti ve kafalar karıştı. Kadınların iş gücüne katılmaları mutlak seviyede önemliydi çünkü kadınlar sağ beyin yani yaratıcı beyin kullandıkları için iş dünyasında tüm yaratıcı fikirleri ortaya koyarlar, estetik ve vizyoner projeler kadınlar tarafından ortaya konur. Öte yandan kadınların iş dünyasına katılmaları erkekleri maalesef hiç etkilemedi veya umurlarında değilmiş gibi davranıp kadınların olduğu ofis ortamlarında bile duyarsız, ilgisiz ve aynı erkeksi muhabbetlere devam ettiler, bu durum ister istemez kadınların daha erkeksi ve maskülen davranmalarına sebep oldu.

Kadın ne yapsın?

Ofis ortamında kadınsı davransa alenen taciz etmeyi düşünen adamlar olabiliyor, o da kendini korumak için erkeksi beden diline, erkeksi cevaplara ve el hareketlerine sığındı. Onları çok iyi anlıyorum.

Gelinen noktada bu detaylı açıklamaların ardından, şunu belirtmek istiyorum; bir erkeğin kendini ilişkide hissetmeye başladığı an birlikte olduğu kadını sahiplenmeye başladığı andır. Sahiplenmek maçoluk, sertlik veya kabalık yapmak değildir, özetle değer vermek, merak etmek ve korumaya çalışmaktır. Bir erkek yanındaki kadını koruma içgüdüsüne sahip değilse veya çeşitli durumlarda koruyabilecek yetkinlikte değilse bir kadın o erkeğin yanında kendini güvende hissetmez. Nokta. Binlerce yıldır bu içgüdüler değişmedi ve sokaktaki on kadından dokuzuna sorsanız “Ben yanında kendimi korumasız hissettiğim bir erkekle olamam” derler. Bu kural dünyanın hiçbir yerinde değişmez, dolayısıyla bir kadının “erkeğe kesinlikle ihtiyacım yok, bana ne erkeklerden” dediği noktada bir ilişkiden tam olarak ne beklediği ve ne istediğine karar vermesi gerekir, belki de altta yatan bu erkek nefreti onu içten içe yormaktadır ancak bununla yüzleşmeye henüz hazır değildir.

Korkularımız, nefret ettiğimiz şeyler ve çekindiğimiz konular yüzleşmek için bizi bir karanlık köşede bekler, ne zaman bunu yapmaya hazır olursak işte o zaman özgürleşmemiz ve bundan sonraki ilişkilerimizde mutluluğu bulmamız mümkün olacaktır. Geçmişe ait hayal kırıklıkları, öfkeler ve korkular mutluluğa giden yolda bizi engelleyen unsurların başında gelir.

Hayat paylaştıkça güzel, pandemi süreci bize bunu bir kez daha gösterdi. Kaç kişiden şu cümleleri duydum biliyor musunuz: “Pandemi sürecinde yalnızlığın zor olduğunu anladım ve yanımda hayatı benimle paylaşacak bir insan olmadığı için üzüldüm, sanırım artık yalnız yaşlanmak istemiyorum…”

Sizi anlıyorum ve lütfen siz de beni anlayın; erkekler gerçekten sevdikleri ve bir kadına değer verdikleri zaman o kadını sahiplenmek isterler, erkeğin özü, genetik kodu ve ruhu budur. Yapacak bir şey yok.

Ben bir erkek istiyorum ancak hiçbir erkeksi özelliği olmasın diyenler varsa, onlara ilişkilerinde iyi şanslar diliyorum.

Görüşmek üzere,

Sevgiler

Adil Yıldırım

Twitter: @authoradilyldrm
Instagram: @adilyildirimyazar
YouTube: Adil Yıldırım