Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları

Değerli okurlarım, bu gün eğitim üzerine yazdığım yazılardaki düşünceleri bir kere daha irdelemek istiyorum. Çünkü gene uzunca bir süredir laik/dindar, Kürt/Türk kırılımları ile ayrışarak çağın gerilerinde kalmış didişmelerle zamanı su gibi harcıyoruz. Kendi yarattığımız bir “Büyük devlet” eforisi ile avunup “Büyük Devlet/Büyük Millet” olmanın ilk şartı olan eğitimi tartışmıyoruz dahi. Halbuki gelişmiş ülkelerin kendi sorunları ile uğraştıkları bu yıllar bizim için sıçrama yapma fırsatı olabilirdi.
(Eğitim üzerine yazılarımı çok değerli bilim adamı George Washington Üniv. Prof. Emeritus, Dr. Ali Muhlis Kiper‘den aldığım ilham ile yazıyorum. ANK)

Haberin Devamı

Yirminci yüzyılın son on yılına girdiğimizde (1991 başı) yazdığım bir yazıdan tekrar ve bir defa daha alıntı yapıyorum. Yazıda o yılların güçlü düşünürleri Naisbitt, Auburn ve Ohmae’nin bu konudaki fikirlerini irdeledikten sonra şöyle demiştim:
“Türkiye bu gelişmeleri ... iyi anlamalıdır. Kendi stratejilerini ve önceliklerini de onlara uygun olarak belirlemelidir. Hâlâ eğitimi ve eğitimciyi ikinci plana atıp çağı fiziksel gelişmelerle, insan kaynağımızın ötesine geçmeye çalışan büyük ve belki biraz da fantezi altyapı ve üst yapı harcamaları ile yakalayacağını umut etmeye ve bu yönde çaba harcamaya devam edecek olursak korkarım ki ülkemiz pek çok on yıllık düş kırıklıkları daha yaşamak zorunda kalacaktır.
1991’e girerken dünyadaki önemli düşünürlerin görüş birliğinde oldukları şu gelişmeleri göz önünde bulundurmalıyız:
(1) İnsan her planda öne çıkmıştır, (2) İnsan hakları ön plana çıkmıştır. (3) Eğitimde ve insanın bilgilendirilmesinde çok büyük değişiklikler olmuştur, daha büyükleri de oluşum halindedir. (4) Devletlerin fiilen üstlendikleri ekonomik faaliyetler gittikçe azalmakta buna karşılık vatandaşlarının en iyi biçimde bilgilendirilmesi, eğitilmesi ile bilgi akımının en etkin bir biçimde sağlanabilmesi için, baskısız, sansürsüz ve özgür bir ortamın sağlanması devletin en önde gelen görevlerinden biri haline gelmektedir. (5) Bilimsel gelişme ‘hızlanma’ kelimesinin ifade ettiğinden daha büyük anlamda bir ‘sıçrama’ yapmaktadır. (6) Şirketler arası rekabet global boyut kazanarak hızlanmakta şirketlerin üstünlüğünü gittikçe artan bir biçimde insan kaynağının kalitesi ile belirlenmektedir. (7) Şirketlerin ekonomik faaliyetlerinde ulusal sınırların önemi azalmaktadır. (8) Dünya birbirleri ile ekonomik üstünlük yarışına girmiş üç önemli blok (Japonya ve Pasifik sahili ülkeleri; ABD ve kıta Amerika’sı; Avrupa topluluğu) halinde organize olmaktadır. (9) Bu üç blok arasındaki rekabet ve etkileşim çok boyutludur, ancak, insan kaynağının geliştirilmesi en önemli rekabet alanını oluşturmaktadır.
İşte Türkiye böyle bir gelişmeden kopma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Önümüzdeki en büyük karar ülkemiz aydınlık, eğitilmiş, pozitif düşünceden yana olan bu bloklardan birinde saygın bir yer mi alacak, yoksa Pakistan, Afganistan, İran, Irak gibi bu yarıştan kopmuş, kronik bir gelişememezlik girdabında kalmış ülkelerden biri haline mi dönüşecektir?”
Son yılların milli gelir büyüme rakamlarını krizdeki gelişmiş ülkelerinkilerle kıyaslarsanız bu sorunun cevabı “Hayır” olacaktır! Ama ya çekilen ızdırap, yitirilen özgürlükler, demokrasimizin kalitesi, kültür ve sanat karşısındaki tutum, işsizlik, yoksulluk, çaresizlik açısından bakarsanız?
Bütün bu kalitatif değerler çağdaş eğitim ve kültür seviyesini yakalamış milletler için, ama belki de sadece onlar için, önem taşıyor! Unutmamalıyız ki örneğin Katar, 100 bin dolara ulaşan kişi başına geliri ve yüzde 10’un üzerindeki büyüme hızı ile hala bütün uluslararası kuruluşların listelerinde “az gelişmiş” ülkeler kategorisinde yer alıyor, değerli okurlarım!