Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Değerli okurlarım bu günler çok dikkatli ve itinalı düşünme ve yazma günleri. Bu günlerde sapla samanı karıştırırsak bu kaosun içinden çıkmak mümkün olmaz. Öyleyse bazı sorular üzerinde duralım:
1. Milli İrade dilediğini yapabilir mi? Hayır, “milli irade” dediğimiz, ve genelde halkın çoğunluğu ile ölçülen, “irade” dilediğini yapamaz. Örneğin Amerika’da iş milli iradeye bırakılmış olsa idi belki bugün Afrika kökenli Amerikalılar hala ayrımcılığa uğruyor olacaklardı, esir olarak yaşayacaklardı. Bu konu ne yazık ki başlangıcında bir iç savaş ile aşılmıştır. Amerikada zenciler, Kuzey-Güney iç savaşı sonucunda özgür olabilmişlerdir. Çağımızda milli irade ancak evrensel hukuk kurallarının ve demokrasinin evrensel kurallarının çizdiği hudutlar dahilinde dilediğini yapabilir. Çoğunluk, insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere karşı yasalar yapamaz. Yaparsa onun adı, hükümet seçimle gelmiş olsa bile, demokrasi değil dikta olur.
2. Seçimle milletvekili olmuş kişilerin, kanunla getirilmiş milletvekili olmayı engelleyen şartlara ve sınırlamalara uymadıkları ortaya çıkarsa, onları seçen “irade” bu yasaların dikkate alınmamasını gerektirir mi? Hayır, yasaları yapan Parlamento, yani Büyük Millet Meclisi, milletin bütününü temsil etmektedir. O meclisin çıkardığı yasalara herkes uymak zorundadır. Yasanın saydığı suçlardan hükmü kesinleşmiş kişi, yasalarda gerekli değişiklikler yapılmadan, milletvekilliği yapamaz. Mecliste yasaları yapan milli irade onu seçen 50-60 bin oyun iradesinden daha üstündür. Bu nedenle, yeni bir yasal düzenleme yapılmadan, ya da Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği kararda bir hukuk yanlışının olduğu ortaya çıkmadan Hatip Dicle’nin milletvekilliği mümkün olamaz.
3. Hüküm giymemiş olan “tutuklular” için aday olmalarına mani bir durum var mıdır? Hayır. Onlar hüküm giyene kadar kanun gözünde masumdurlar. Seçildiklerinde ise milletvekili olabilirler. Nitekim seçim kazanmış olan BDP destekli KCK tutuklusu milletvekilleri ile CHP ve MHP’den aday gösterilen Ergenekon/Balyoz tutuklusu seçilmişlerin milletvekillikleri kesinleşmiştir. Bunun aksini kimse söylememektedir. Ancak burada ilgili mahkemelerin hakimlerinde, “Henüz deliller toplanmamıştır, bu tutuklular salıverildiklerinde delilleri karartabilirler ya da kaçabilirler” şeklinde bir kanaat vardır ve bu kanaata dayanarak mahkeme bu tutukluları salıvermemektedir. Hakimlere bu konuda vicdani kanaatlarını kullanmaları hakkı ve yetkisi de gene kanunlar tarafından verilmektedir. Ancask burada sorulması gereken çok önemli bir soru vardır!
4. Hakimler bu vicdani kanaatı diledikleri şekilde kullanabilirler mi? Bunun da cevabı “hayır”dır değerli okurlarım. (a)Bu kanaat kendi kişisel ve tarafsız vicdani kanaatları olmalıdır. (b) Etnik, ideolojik veya dinsel ön yargıların etkisinde taraflı bir karar olmamalıdır. (c) Evrensel hukuka, insan haklarına, demokrasinin evrensel kurallarına aykırı olmamalıdır. Olursa ne olur? O zaman bir üst mahkemenin, sonuçta da Yargıtay’ın bu kararı değiştireceği, yapılan tarafgir davranışın düzeltileceği beklenir.
İşte bizdeki temel sorun da burada! Son yasal değişikliklerden sonra, siyasi otorite, hakim atamalarını yapan HSYK seçimlerine öylesine müdahale etmiştir ki kamu oyunun bir bölümü, ne bu tutukluluk kararını veren hakimlerin tarafsızlığına, ne karar için gösterdikleri nedenlere kendilerinin gerçekten inandıklarına, ne de itirazı değerlendirecek üst mahkemelerin tarafsız davranacağına güven duymaz hale gelmiştir. Demokrasimiz için gerçek tehlike budur. “İleri Demokrasi”ye geçişin önündeki önemli engellerden biri de budur. Yargının tarafsızlığına şüphe düşürmek büyük toplumsal risktir.
Çoğunluğu dürüstlükle görev yapan hakimlerimize de haksızlıktır.