Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu

alperh@therapiagroup.com

Tüm Yazıları

Bugün bir plazadaydım. Yalnızca bir saat için. Bir konuda benden bir konuşma yapmamı istemişlerdi ve ben de gidip konuştum. Sanırım bunun için bana para da verecekler. Hayat çok garip. Ofisimde insanları dinlediğim için de para veriyorlar bana. Dışarıda da konuştuğum için. Plazalara girişte kimlik bırakılıyor. Eğer bir kimlik sahibi değilseniz içeri giremezsiniz. Aslında enteresan bir toplumsal onay mekanizması. Sen insansın buyur gir diyor kapıdaki görevli. Sevinmeliyiz sanırım buna. Beni karşılayan insan kaynakları insanı doğrudan konferans salonuna mı gitmek istediğimi, yoksa öncesinde kahve içmek isteyip istemediğimi sordu. Kahve içmek daha cazip geldiği için asansörle kafe / yemekhaneye indik. Bir kağıt bardakta kahvelerimizi alıp sohbet etmeye koyulduk. Plaza sohbeti bir başka oluyor. Plazaların insanın ruhunu nasıl kararttığını konuşuyorsunuz böyle bir durumda. Yöneticilerin nasıl baskıcı, insan ilişkilerinin nasıl yapay, çalışma saatlerinin ne kadar uzun, ücretlerin ne kadar düşük olduğunu, hiç kimsenin işinin garanti olmadığını filan.

Haberin Devamı

Nezaket insan ilişkilerinde en gerekli tutum. Son zamanlarda kendimi çeşitli nedenlerden iyi hissetmediğim için ben nezaketi biraz elden bırakmıştım. TSOL’da yaptığım atölyelerde bile biraz kaba olduğumu, tahammülsüz davrandığımı, insanlara olan toleransımın azaldığını gördüm. Ama söz verdiğim ve nazik olmamın beni de daha huzurlu kılacağını bildiğim için tekrar nezaket maskemi takındım. Sanırım yeteri kadar naziktim ve herkes benden memnun kaldı. Evet bana da iyi geldi doğrusu.

Dün gece de Doğan Kitap’ın 2016 yılında kitaplarını yayımladıkları yazarlar için düzenlediği yemeğe katıldım. “Aşkın Halleri”nin yeni baskısı geçen yıl Doğan’dan çıktığı için ben de davetliydim. Hayatımda hiç bu kadar çok yazarı bir arada görmemiştim. Hepsi de insanmış. Şaşırdım.

Öykü yazmak daha zor

Nedim Gürsel’le tanıştırdı beni sevgili Cem. Sevmekle sevmemek arası duygularım vardır Nedim Gürsel’in kitapları ile ilgili. Ama “İlk Kadın” ve “Sevgilim İstanbul” adlı öykü kitaplarını çok severim, onlardan bahsettik biraz. Öykünün romandan daha az okunuyor olmasına çok bozulurum ben. Öykü yazarak edebiyat dünyasına girip sonra romana geçen ve öyküye sırtını dönen yazarlara hain gözüyle bakarım. Bu nedenle Sait Faik, Tomris Uyar gibi öykücüleri hep çok takdir etmişimdir. Öykü yazmak bence çok daha zordur roman yazmaktan. Romanda manevra yapmak için çok daha fazla alanınız vardır, oysa öyküde gereksiz tek bir cümle edemezsiniz. Özellikle de kısa öyküde. Çehov boşuna dememiştir, “Öykünün başında duvara bir tüfek asmışsanız, öykünün sonunda o tüfeği ateşlemek zorundasınız” diye.

Haberin Devamı

Konuşmam bitince plazadan çıkmam gerekti elbette. Çıkışta 100 metreye yakın yılan gibi kıvrılan bir insan kuyruğu gördüm. Anlamadan bakınca insan kaynakları insanı bunun asansör kuyruğu olduğunu, yemek için dışarı çıkan insanların geri geldiğini söyledi. Ben olsam sefertasıyla yemek getirir bu eziyete katlanmam doğrusu. Bir de işten çıkışta ortalama birbuçuk saat trafikte kalarak evlerine dönecekler.

Haberin Devamı

Beyaz yakalının sıradan günü

Sabahın köründe birbuçuk saat, sonra saatlerce toplantı, öğle yemeğinde tatsız tuzsuz salatalar, asansör kuyruğu, yine toplantı, boynu sıkan kravat, ayaklara kara sular indiren topuklu ayakkabılar, akşam yine birbuçuk saat trafik, gün boyu hareketsizliği telafi etmek için spor salonundaki koşu bandında hiçbir yere varmayan 10 km koşular, yan taraftaki kadının / adamın vücuduna çaktırmadan bakıp kendi bedeninden utanmalar, hafta sonu o böreği yemeyecektim pişmanlığı, yorgun argın eve dönüp aynı yorgun argınlıktaki eşin çekilecek gibi olmayan suratı. Günümüz beyaz yakalı orta sınıfın sıradan bir günü.

Sonra ben üzülmeyi bile başaramadan çıktım plazadan. Evet ne olursa olsun onca eğitimli insan bile isteye seçiyorlarsa bu takım elbise topuklu ayakkabı hayatını asansörün önünde de beklesinler bir zahmet değil mi ama? Taksiye bindim, “Arnavutköy lütfen” dedim. Kaç seansım olduğunu sordum asistanıma, saat 15.00’te başlayacağımı öğrendim. Boğaz kıyısında bir bankta biraz oturdum, soğuk ama harika bir hava vardı. Balıkçılar, yürüyüş yapanlar, küçük balıkçı tekneleri, tankerler.

Hayat, her şeye inat, ne kadar güzel.

Arnavutköy’de bir öğleden sonra