Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçtiğimiz hafta Bülent Arınç’ın Cumhurbaşkanı ile görüşmesinin ardından yaptığı basın açıklaması olumlu karşılanmıştı. Kuşkusuz, hükümeti temsilen nihayet nazik ve sakin bir ses, bir de üstelik kısmi bir özür duymak olumlu bir gelişmeydi. Ancak, Arınç’ın ne söylediğinin üzerinde yeterince durulmadı.
Arınç da, diğer kamu yetkilileri gibi, Taksim projesine itirazın bir gece yarısı Gezi Parkı’nda başladığını ileri sürdü. Bu doğru değil. İtiraz ağaçların dozerlerle sökülmesi (olan tam olarak buydu) ile sınırlı olmadığı gibi, o gece de başlamamıştı. İtiraz edilen, kamuoyuna ‘Taksim yayalaştırma projesi’ olarak duyurulan projenin tamamınaydı ve bir seneden fazla bir zamandır sürüyordu. Çarşamba günü Arınç ile görüşen Taksim Dayanışması, 2 Mart 2012’de kurulmuştu. Girişim, Taksim’de kışla görünümlü bir alışveriş merkezi inşasına karşı tam 100 bin imza toplamış, yargıya başvurmuş, afişler asmıştı. Arınç, “olaylar başladığında meseleye çok daha net bakabilseydik, bunu bir çevre duyarlılığı olarak görmek ve kabul etmek durumunda kalırdık” derken bu bir senelik mücadelenin üstünü örtüyor. “Demokratik bir kültür içerisinde ve yasalar çerçevesinde ifade edilen tüm tepkilere, bütün taleplere sonuna kadar açığız” diyen Arınç, hükümetin bir senedir tam da bunu yapmadığını unutuyor, unutturuyor. Topluma sokağı adres gösteren, projeye karşı imza veren 100 bin insanın ‘demokratik ve yasal talep ve tepkilerini’ yok sayan hükümetin kendisidir.
Arınç’ın kendilerine oy vermeyenlerin de yaşam tarzlarına, talep ve beklentilerine duyarlı olduklarına dair sözleri ise, hükümetin ve AK Parti’nin icraatları ile sağlanmaya muhtaç. Alevi milletvekillerinin mecliste cem evi kurulması, Alevilerin zorunlu din derslerinin kaldırılması, eşcinsellerin anayasanın eşitlik maddesinde cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın da yasaklanması, Rumların Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Kürtler ve Lazlar başta olmak üzere birçok etnik grubun anadilde eğitim taleplerinin ve nicelerinin reddedilmesi, Arınç’ın sözünü ettiği hassasiyetin neresine düşüyor? Hükümetin bu sicili ile, Dolmabahçe’deki ofisinden Kadıköy vapurundan inen kadınları yakından incelediği anlaşılan Başbakan’ın alkol, kürtaj, çocuk sayısı, etek boyu ve flört konusundaki tahammül sınırlarını zorlayan sözleri ortada dururken Arınç’ın bu sözlerine kim, neden inansın?
Arınç’ın polis şiddetine ilişkin sözleri ise konuşmasının başında dilediği özrün içini boşaltmaya yetti: “Polis, saldırı altında kalmadıkça ne gaz, ne kalkan ne de tazyikli su kullanıyor.” İki kişi öldükten, üçü kritik 43 kişi ağır yaralandıktan, 10 kişi gözünü kaybettikten, binlercesi yaralandıktan, üstelik biz bu insanların hangi şekilde öldürüldüğünü ve yaralandığını internette kendi gözlerimizle gördükten sonra, hükümetin en vicdanlı ve dürüst mensuplarından addedilen Bülent Arınç gözümüzün içine bakarak bunları nasıl söyleyebilir? Madem bu kadar emin ne olup bittiğinden Sayın Arınç, polisler hakkında açıldığını söylediği soruşturmalardan ne bekliyor(uz)?
Başbakan Erdoğan’ın otoriter ve mütecaviz söylemi siyasetin seviyesini öylesine düşürdü ki, Arınç’ın sükuneti ve kibarlığı karşısında müteşekkir hissettik. Oysa bunca polis şiddetinden, devlet teröründen, acıdan, felaketten sonra Arınç’tan duyduğumuz, hakikate ve adalete yaslanmayan, sorumluluk almayan, somut çözüm vaatleri içermeyen, bir daha yaşanmayacağı teminatı vermeyen, kuru bir özürden ibaret. T.C. usulü...