Özge Ökten

Özge Ökten

-

Tüm Yazıları

Ne çok ev var şu İstanbul’da... Ne çok insan; ne çok hayat. Kimbilir ne çok hayal kırıklığı barınıyor kapalı kapıların ardında, ne çok kalp kırılıyor ve bir yerlerde bir kadın ‘her şeye rağmen’ yaşadığı dünyada kendini korumaya çalışırken, adamın biri o dünyanın tam ortasına kabus gibi çöküveriyor. İstanbul’un gizlediği hayatlarda hep sevinç, hem de hüzün barınıyor.

Küçük insanların büyük duyguları- nın usta kalemi Özen Yula’nın ‘Ben O İstanbul’u Çok Sevdim’ adlı oyunu, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda izleyicisiyle buluştu.
Oyun, gündelik ve sıradan gibi görünen bir akşamda, bir apartman dairesinde yaşananlar üzerinden insanı anlatırken, hayatın sürprizlerine hazırlıklı olmayı da hatırlatıyor izleyene.

Güçlü insanların hikayesi
Oyunda Zeyno Eracar, Nurhayat Atasoy, İlkin Tüfekçi, Hüseyin Durak, Sercan Yener ve Tuğba Yarbağ rol alıyor. Dekor tasarımı Ayçın Tar’a, kostümleri Sadık Kızılağaç’a, dramaturji Ceren Ercan’a, ışık tasarımı ise Yakup Çartık’a ait.

Acılarını sessiz yaşayan ama isyanını bağıra çağıra haykırmaktan çekinmeyenler... Başlarına ne gelirse gelsin umudunu cebinde taşıyanlar, çok sevdikleri İstanbul’a kocaman yürekleriyle kafa tutarken, onu her biçimde sevmeyi de becerebilen güçlü insanlar...

Özen Yula’nın hayatın içinden aldığı, hayatla tarttığı ve hayatla büyüttüğü insanları... ‘Ben O İstanbul’u Çok Sevdim’, mart ayı süresince Yunus Emre Kültür Merkezi’nde izleyicilerini bekliyor.

Haberin Devamı

Sıra dışı bir Faust

Şeytanla bahse giren insanoğlu, tarih boyunca, gerek edebiyatta gerekse sanatta pek çok esere konu olmuştur. Goethe’nin, yaşamıyla adeta özdeşleşen başyapıtı Faust’u tamamlaması neredeyse bütün ömrünü almıştır ve bu ömür, o günden bugüne insanın özündeki iyilik ya da kötülük üzerine kurulan cümlelere kaynaklık etmiştir.

Bambaşka bir atmosfer vardı
Faust, insanın hayallerini, heveslerini ve ideallerini yansıtan güçlü iç ve dış çatışmalarıyla, evrensele, çağdaşa olanak tanıyan sağlam kurgusuyla, sahne üzerinde de hep var olmuştur. Kendi sınırlarını aşmayı, sonsuz yaratım gücüne sahip olmayı düşleyen Faust’un trajedisi, onun kesintisiz bilgiye ulaşma serüvenindeki inadı ve hırsıyla şekillenir.
Geçen hafta Küçük Salon’da avangart olarak tanımlanabilecek bir ‘Faust’ izledim. Doğrusunu isterseniz, yönetmen Emre Tandoğan’ın yorumu beni oldukça etkiledi ve şaşırttı.
Çünkü tüm kalıpların dışına çıkarak, oyuncusunu kendi hayal ve beden gücüne emanet ederek bambaşka bir atmosfer oluşturmuş sahnede. Yadırgatıyor, rahatsız ve tedirgin ediyor ama tuhaf bir büyü de katmış yorumunun içine.

Tiyatroda yeni bakış
Beklentiyi bozuyor ve derinden sarsıyor. Işık oyunları, insan kaynaklı ses efektleri, bedenin gizini keşfeden oyuncularla birlikte, izleyen de yer yer ‘Faust’ oluyor, ‘Mephisto’ ya da ‘Margarete’ oluyor. Kısır bir döngü içinde, bütün soyut kavramlar hem anlamını yitiriyor, hem de aynı anda yeni yeni anlamlar kazanıyor. Emre Tandoğan farklı bir bakışla, insana dair duyguları bütünüyle sözden uzak bir izleğe oturtmuş. Yorumu da izleyiciye bırakmış. Bence çok da iyi yapmış.
Tiyatronun yeni biçim ve yorumlarla zenginleştiğini görmek; farklı deneyimlerle, farklı bakış açıları kazanmak için Küçük Salon’un oyunları takip edilmeli.