Serfiraz Ergun

Serfiraz Ergun

serfiergun@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Berlin Filarmoni yanmadan önce

Berlin Filarmoni’de yangın çıktığını duyunca içimde bir şeyler koptu. Sadece birkaç gün önce orada, Oda Müziği Salonu’nda erhu dünyasının Paganini’si diye adlandırılan Xu Ke’yi (Zu Ke okunuyor) dinliyorduk. Garanti Bankası Bergama Müzesi’nin İslam Eserleri bölümündeki Turkish Delight sergisinin sponsoruydu, açılışa gitmiştik.
Berlin Filarmoni 1963’de Berlin Duvarı’nın batı tarafında Tiergarten semtinde  Hans Sharoun tarafından yapılmış 2200 kişiyi oturtabilen bir konser salonları binası. Yeryüzünün en iyi akustiğine sahipmiş. İçersinde bir de Müzik Enstrümanları Müzesi var.  Xu Ke 1960 doğumlu bir Çinli erhu virtüözü. Erhu da Çinlilerin iki telli çalgısı.
 Acaba bizim erhu dinlediğimiz salona birşey olmuş mudur? 360 derece yuvarlak,  anfi şeklinde bir salondu. Oturduğunuz koltuktan hem oturan izleyicilerin hem de orkestranın hepsini görebiliyordunuz.  Binanın damını tamir ederken yangın çıktı.  Salı öğleden sonra. Allahtan çabuk söndürüldü ama epey hasar varmış.  

Lokumdan sonra sırada göbek dansı var
1989’da Doğu ve Batı Berlin’i ayıran duvarın yıkılmasından sonra iki Almanya birleşti. Berlin Duvarı boyunca boş olan mayınlı arazi temizlendi ve yerine gelecekteki Berlin’i dünya tasarım haritasında başköşeye oturtacak binalar yapılıyor. Ama nasıl binalar. .. Her biri için konkur açılıyor, her biri dünyanın en  ünlü mimarlarına sipariş veriliyor. Berlin bir tasarım kenti olma yolunda hızla ilerliyor.
Bu arada Bergama Müzesi’nde Bergama’dan giden Zeus Sunağı’nı geçip üst kata çıkınca İslam Eserleri bölümünde, Emevi Halifesi’nin Meşatta Sarayı ’ndan getirilen duvarlarının altında veya yandaki odalarda Anadolu kilimlerinin ve 16. yüzyıl İznik seramiklerinin arasında 11 Türk tasarımcının tasarladıkları ürünler sergileniyor. Aralarında Alev Ebüzziya’nın Koleksiyon ve Beymen için yaptığı çanaklardan, Koleksiyon’un yaratıcısı Faruk Malhan’ın kırmızı tabağına sıkı sıkı oturan çay bardağına, Gönül Paksoy’un  Mevlevi kaftanlarından, Defne Koz’un İznik renklerinde Vitra için tasarladığı  lavabo ve duvar seramiklerine kadar gayet güzel tasarım ürünleri var. 

Bu isimli bir sergiye katılmazdım
Serginin başlığı da ne biliyor musunuz? “Turkish Delight” yani Türk Lokumu. Müze Direktörü Prof. Claus Peter Haase ile röportaj yaparken epey yüklendim bundan daha iyi bir başlık bulamadıkları için. Bir de afiş, özensizlik  örneği.  Hiçkimseyi sergiyi gezmeye görmeye çekmez. Alev Ebüzziya’nın canım kırmızı sürahisini de koymuşlar üstüne. Prof. Haase savundu durdu  “Türk Lokumu”nu. Şöyleymiş;  müzeyi gezenlere Türk Lokumu’nun da ötesinde Türkiye’de birşeyler olduğunu düşündürecekmiş.
Bir Avrupalı belli ki lokumdan daha sofistike bir isim bulamıyor bir türlü Türk deyince. Paris’te yaşayan Alev Ebüzziya da Avrupalı’ların Türkiye’yi nasıl gördüklerini bal gibi biliyor ama mesele çıkartmak istemiyor. Berlin’de yaşayan bir başka sanatçıyla, Ayşe Erkmen’le konuşuyordum. O da bu konuda kızgın; ”Almanlar’ın Türkiye’den beklentileri bu kadar, bana başlığı Turkish Delight olan bir sergiye katılmamı önerselerdi  kabul etmezdim” diyor.

Latife Hanım’ın sahip çıkılacak hali hiç yoktu 
Geçenlerde İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile söyleşiye gitmiştim Ankara’ya. Özden Hanım birçok kez Pembe Köşkü ziyareti sırasında aynı masada yemek yemiş Atatürk’le. Annesi Mevhibe Hanım’ın Latife Hanım’dan nasıl bahsettiğini sordum. “Biz İstanbul’a gittiğimizde Latife Hanım’a el öpmeye giderdik” dedi. Atatürk eşinden ayrılırken İnönü’ye; “ Hanımefendi’ye sahip çıkın” demiş.
Özden Hanım’a göre  Latife Hanım’ın sahip çıkılmaya hiç ihtiyacı yokmuş ama Atatürk’ün gözü belli etmeden üzerindeymiş. Hastalığı sırasında kendisine bile sormadan Atatürk pasaport çıkarttırıp Latife Hanım’ı hemen İsviçre’de bir hastaneye göndermiş. Mevhibe Hanım kızı Özden Toker’e şöyle dermiş: “Hem Atatürk hem de Latife Hanım statülerinin zirvesindeyken evlendi. Latife Hanım müthiş bir kadındı ama onun için ‘eş’ demek başka birşeydi.” Özden Hanım devam ediyor; “Oysa benim annem, Osmanlı Ordusu’nun bir zabitiyle evlendi. Birlikte büyüdüler.
Babam ona piyano aldı, hoca tuttu, at binmesini öğretti. Annem de ona Ramazan’da oruç tutmasını 5 vakit namaz kılmasını öğretti. Pembe Köşk’te sık sık sergilediğim annemin bir seccadesi vardır babam da onun üstünde namaz kılardı. Latife Hanım bir kez anneme; ‘biz Paşa’yla ayrılmadık, bizi onun yakın arkadaşları, çevresi ayırdı’ demiş.”