Serfiraz Ergun

Serfiraz Ergun

serfiergun@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Bir tarih kül oldu”. 1960’larda gazetelerde sık sık rastlanan manşetlerden biri bu. Yanan tarihi binaların habercisi... Artık böyle haberlere rastlanmıyor, çünkü İstanbul’da ahşap bina neredeyse hiç kalmadı. Asya yakasından Yeşilköy’e kadar uzanan ahşap bir kuşak kaybolmuş durumda.
Biraz nostaljik takılmak istiyorsanız, Pera Müzesi’ne bağlı Tepebaşı’ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki sergiye gidip bir göz atın. İstanbul’da günümüze kadar ulaşabilen nadir ahşap konutlardan örnekler sergileniyor. Sergi 17. yüzyılda yapılan Amcazade Yalısı’yla başlıyor, 20 yüzyılda yapılan Büyükada evleriyle akıp gidiyor. Boğaziçi’nin yalıları yine en iyi korunanlardan.
Bir de sergide Zeyrek ve civarında o dönemlerin yeni oluşmaya başlayan küçük burjuva evleri var.

İç süslemeler de güzel

Sadece evlerin dışları değil, iç süslemeleri de çok güzel. O merdiven trabzanları, kapı tokmakları, tavan süslemeleri ahşap binalarla birlikte yok olmuş gitmiş. Yangından kurtulan ahşap evleri yıkıp da be-te-be’ye çevirirken kurtulan süslemeler de Çukurcuma’da, Üsküdar’da satıla satıla bir tarih yok olmuş.
Bu mücevher gibi ahşap binaların yana yana kül olmasını önlemek için 19. yüzyılın sonlarına doğru seyyar ve maaşlı çalışan itfaiye teşkilatı ve yangın karakolları kurulmuş, yangın sigortası yapılmaya başlanmış. Kültür Tarihçisi ve İstanbul Araştırmalar Enstitüsü Bölüm Yöneticisi Ekrem Işın, “Bu ahşap dokunun yok olmasının nedenleri büyük yangınlar ve bakımsızlıktır” dedi.

İstanbul ve göç

Osmanlı İmparatorluğu boyunca da İstanbul sürekli göç alan bir şehir olmuş. Ama Osmanlı öyle kurallar koymuş ki sadece vasıflı kişiler İstanbul’a gelip yerleşebilirmiş. Mesela kentte bakırcı ihtiyacı mı var? Anadolu’ya haber salınırmış, vasıflı bakır işçilerinin İstanbul’a göçmelerine izin verilirmiş.
1950-60’larda Demokrat Parti iktidarında tası tarağı toplayan İstanbul’a gelip şehrin etrafını kuşatınca artık kentin bünyesi yeni gelenleri sünger gibi ememez olmuş. Bir kısmı da bu tarihi ama bakımsız binalara yerleşmişler.
Tarih ve kültür bilinci olmayan ahşap ev sahipleri, belediyeler ve Ankara’da kural kanun koymayı aklının ucundan geçirmeyen devlet de el ele vermiş ve yeni bir rantçı sınıfı yaratmış.
Türkiye’den yola çıkıp batıya doğru gittikçe her kentin bir eski şehri bir de yeni şehri olduğunu görünce, eski şehirdeki binaların yıkılıp yakılamadığını, üstüne kat çıkılamadığını, eski yolların en kısa ve ucuz yoldan asfaltlanamayıp parketaşı bırakıldığını fark edince imrenmiyor musunuz?

Haberin Devamı

Yo Yo Ma İstanbul’da
Zarakol Halkla İlişkiler Şirketi’nden bir e-posta aldım, 4 Şubat 2009 akşamı İş Sanat’a 15 Grammy ödüllü ünlü çellist Yo Yo Ma geliyormuş. Sekiz yıl aradan sonra. En son 22 Kasım’da Katar’da dinledim kendisini.
Katar’daki İslam Eserleri Müzesi’nin açılışındaydım. Tüm dünyanın büyük medyası oradaydı. Türkiye’den bir ben bir de Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer oradaydı. Ben de gazeteci kontenjanından davetli değildim. Basın davetini Publicis yapmıştı. Türkiye’de Publicis’in temsilcisi Yorum Ajans. Nasıl atladılar Türk basınını davet etmeyi bilmiyorum. Muhteşem bir açılıştı. Sadece havai fişek gösterileri için 550 bin dolar harcamışlar.
Müzenin mimarı 92 yaşındaki Pritzker ödüllü Çin asıllı Amerikalı I.M. Pei. İç mimarı da Fransız Jean- Michel Willmotte. Bu ikili Louvre’un ilavesi cam piramidi yapanlar. Asıl övünç kaynağı inşaatı yapanın bir Türk firması Baytur İnşaat olması.
Yo Yo Ma’ya gelince, açılış için özel davetliydi İpek Yolu Topluluğu ile birlikte. İpek Yolu Topluluğu’nda doğu ve batı çalgıları bir araya getirilmiş; kontrbastan kemençeye kadar. Azeri baba kız; Alim ve Fargana Kasımof, “Leyla ve Mecnun” operasından parçalar söylediler. Harikaydı. Yo Yo Ma’yı dört gözle bekliyorum.