Ahmet Talimciler

Ahmet Talimciler

egespor@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türk futbolunun kuruluşundan beri hakim olan üç büyük takım anlayışı (aslında Fenerbahçe ve Galatasaray) özellikle medyanın devreye girmesi sonrasında daha da ağırlık kazandı.
Futbol medyasını yakından takip eden herkes, hafızalarını biraz yokladığında her yıl, bu kulüplerden en az birinin veya ikisinin ortalığı ayağa kaldırdığını hatırlayacaktır. Kendi kulübünün haklarını koruduğunu ileri süren ve eski Fenerbahçe Başkanı Ali Şen’le beraber başlayan bu süreç, hızla Beşiktaş’ı ve Galatasaray’ı da esir aldı. Medyada daha fazla ses çıkaran yöneticiler, her ne hikmetse daha fazla takdir toplar oldular.
‘Ağır ol molla desinler’ özdeyişi, yerini daha fazla bağır çağır anlayışına terk ettikçe her geçen gün biraz daha fazla değerimizi yitirir hale geldik.

Değişim hızlandı

Toplumsal yaşam içerisinde kabul gören değer yargılarımız, yeni dönem içinde yerle bir edilirken, futbol da bundan nasibini fazlasıyla aldı. Oyunun güzelliği, yerini acımasız rekabete ve mutlak surette kazanma anlayışının yerleştirilmesine bıraktıkça, futboldaki değişim süreci de hızlandı. Canı yanan her kulüp, hemen medya önünde suçluyu deşifre ediyordu.
Federasyon/hakemler ve diğer kulüplerin yöneticileri suçludur. Böylece kendilerini kurtarırken futbolu biraz daha ateşe atmış oluyorlardı. Olsun, önemli olan kendi taraftarlarının ve kulüplerinin çıkarlarının korunmasıydı. Gerisi ise sadece teferruattan ibaretti.
Bu anlayışın son örneği, geçtiğimiz günlerde Galatasaray Kulübü’nce yayınlanan deklarasyonda kendisini gösterdi. “Galatasaray Türkiye’dir” cümlesini de içeren ve federasyonu/merkez hakem kurulunu hedef alan hayli sert deklarasyonla futbol kamuoyu bir kez daha sarsıldı. 2008’in son günlerinde Trabzonsporla başlayan ve Beşiktaş Kulübü’yle süren çizgi, Galatasaray’la devam etmiş oldu.

Bu oyun kimin?

Bu yaklaşımlar sonrasında, futbol federasyonunu/hakemleri hedef alan açıklamalar sonrasında başarı kazanıldığı takdirde bunun ardında bu kulüp yöneticilerinin seslerini daha gür çıkarmalarının etkisinin olacağı inancı, her geçen gün biraz daha pekiştirilmiştir. Yoksa hiç kimsenin Türkiye’nin önde gelen kulüplerinden biri olarak Galatasaray’ın kurumsal kimliğiyle uğraşma, onu karalama gibi bir anlayışı olamaz. Ancak “Galatasaray Türkiye’dir” denilmek suretiyle de federasyon ve hakemler baskı altına alınmamalıydı. Bu yaklaşım, Türkiye’de son dönemde gittikçe etkisini artıran ve kendisi dışındakilere yaşam hakkı tanımayan zihniyetin futboldaki uzantısıdır.
Galatasaray ne kadar Türkiye ise Karşıyaka, Göztepe, Altay, Altınordu ve Çemişgezekspor da o kadar Türkiye’dir. Bunlardan birisinin müzesinde UEFA ve Süper kupalar bulunabilir ve aynı zamanda milyonlarca taraftarı da olabilir. Ancak büyüklüğü yaratan ve yaşatan bunlar değildir. Asıl büyüklük, kulüp olarak sizin taraftarlarınızın kalbinde bıraktığınız sevginin yarattıklarıyla oluşur.
14 Şubat yaklaşırken futbol aşıkları olarak hepimizin, çok sevdiğimiz bu oyuna biraz daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor. Aksi halde bu oyun giderek bizim oyunumuz olmaktan uzaklaş(tırıl)acak.