Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçenlerde, sabah apartmandan çıktığımda, küçük, beyaz bir kuş tüyü gördüm havada. Durup izledim. Beni şaşırtmıştı. Çünkü, yere inmiyordu. Yerçekimine meydan okurcasına yükseliyordu. Hiç esinti olmadığı halde, zarif bir şekilde dans eder gibi, büyülercesine havada süzülüyordu. Yükseldi, yükseldi ve bahçe duvarını aşıp gözden kayboldu.
O uçuşan beyaz, yumuşak tüyü izlerken düşündüm bir an. Bütün gün zihnimde evirip çevirip üzerine senaryolar yazdığım düşüncelerimi bir an için bırakabilsem, o tüy kadar hafif olabilir miyim diye... O düşünceler gidince, onların yol açtığı kuruntular, endişeler, beklentiler, korkular, beni ağırlaştıran tüm olumsuz duygular da uçup gitse... Geriye sadece ben, ama “ben” sandığım kimliğim, kişiliğim değil, gerçek “kendim” kalsam, varolmanın o dayanılmaz hafifliğini hissetmek nasıl olurdu acaba...

Hayatımızı nasıl geri kazanırız?

Michigan Üniversitesi’nin psikoloji profesörü Susan Nolen-Hoeksema’nın “Fazla düşünen kadınlar, bundan kurtulup hayatınızı nasıl geri kazanırsınız?”adlı kitabının, “bazı kadınların her konuda fazla düşünmele-rine, endişelenmelerine, her cümle ve her kelimenin arkasında başka (gizli) anlam veya mesajlar aramalarına dair” olduğunu okuduğumda, o anı anımsadım.
Nolen-Hoeksema’ya göre, kızlar, erkeklere kıyasla daha yoğun şekilde kendilerine güvenlerini ilişkileri üzerine kuruyor, ilişki yürümediğinde de özgüvenleri ve kendilerine verdikleri değer sarsılıyormuş. Günümüzde kadınlar, eskiye göre daha bağımsız, kendinden emin, güçlü ve faal olsa da, bazen küçük ya da daha büyük bir sorun karşısında kontrolünü yitirip olumsuz düşünce ve duyguların altında eziliyor ve tüm enerjisini, hatta yaşam sevincini tüketebiliyormuş.
Yazar diyor ki, “Bu ‘fazla düşünme hastalığına’ yakalandığımızı gösterir. ‘Ben kimim?’, ‘Başkaları hakkımda ne düşünüyor?’, ‘Neden bir türlü mutlu olamıyorum?’ gibi sorularla kendimizi yiyip bitiririz. Kafamızı meşgul edip bizi yoran bu sorular çok daha spesifik de olabiliyor. ‘Neden kardeşimle geçinemiyorum?’, ‘Neden önüm tıkalı, bu işte zaman kaybediyorum?’, ‘Sevgilim bunu söylerken ne demek istedi?’ gibi.”

Negatif senaryo ilişkiyi zehirliyor

“Benim fazla düşünme hastalığım yok” demeyin. Bunu hepimiz zaman zaman yapıyoruz ancak bazıları biraz abartıyor. Ya erkekler... Onlar da bu sendromdan mustarip mi? Yazara göre değil. Erkekler bu “fazla düşünme sendromu”nu daha nadir ve az yaşıyorlar. Kadınlar, dış görünüş, aile, ilişki, çocuklar, kariyer veya sağlık gibi çok çeşitli konularda uzun uzadıya düşünüp, zihinlerinde negatif senaryolar canlandırabiliyor.
Yazar, kadının toplumdaki rolü ile ilişkilerdirdiği bu durumu, en büyük yük ve sorumluluğun, en çok da manevi anlamda, bir anne, kız kardeş, ailenin kız çocuğu veya eş olarak kadının üzerinde olmasına bağlıyor. Yazara göre, bu düşünme/analiz etme/endişelenme durumu normal ölçülerde olduğunda bir sorun yok. Doğamızın gereği. Ancak, çok abartıldığında “fazla düşünme” zehirli bir hal alabiliyor. Bana göre, en çok da ilişkileri zehirliyor.

Haberin Devamı

‘Köşeli jeton’ gibi kadınlar mutsuz
Vazgeçilmez klişelerimizden biri “köşeli jeton”. Söylediğimizi kafası almayan, dediğimizi bir türlü anlamayanlar için kullanırız. Kendisini olduğu gibi kabul edip sevebilen, özgüveni olan, ilişkilerinin içinde su gibi akabilen rahat ve huzurlu kadınları, “jeton”a benzettim bir an.
Bir jeton, çapı ve genişliğine uygun bir aralıktan rahatça geçebilir ve girebildiği yolda takılmadan ilerleyebilir. Oysa, yuvarlak değil de köşeli olsa, bir kenarının boyutunda bir delikten geçebilse bile, köşelerinden dolayı yolun bir yerinde takılıp kalabilir. Bir şeyle ittirilip biraz ilerletilebilse bile, daha sonra yine takılabilir. Peşinden atılan jetonları da engeller.

Boşlukları doldurarak aksak su gibi

Abartıldığında hayatımızı zorlaştıran bir sendroma dönüşebilen düşüncelerimiz, jetonun köşeleri gibi. Saplanıp kaldığımız düşüncelerle, yol almamıza engel olan ve bir yere takılıp kalmamıza yol açan çıkıntılar yaratmaktan kurtulabilsek... İçimizden geldiği gibi davranıp, doğru olduğunu hissettiğimizi ve istediğimizi yapabilsek... Ama ardından, pişman olmayıp ya da suçluluk duymayıp, kendimizden emin olabilsek... Durumların içine de, erkeğimizin hayatına ve kalbine de, açık ve uygun olan bir aralıktan jeton gibi kayarak, engelsizce girebilsek ve boşluklarını doldurarak ilerleyebilsek su gibi... Hayatımız daha güzel, kendimiz de daha mutlu olmaz mıyız?