Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Issız Adam” Cemal Hünal’ın Ayşe Arman’a verdiği röportajda, babası Atilla Hünal’ın “Eğer bir çocuğu fazla paketlersen sıradan olur. İstedim ki, çocuklarımızın kökleri doğru olsun, ama dallarıyla istedikleri yerlere gitsinler. Onları budamayalım. Budarsak Bonzai olurlar, Allah’tan olmadılar” dediğini okuduğumda, kendi çocukluğumu düşündüm. Cemal Hünal’ın tam tersi. Paketlenmiş, sıradan, dalları budanmış...
Benim çocukluğuma bakınca, “Allah’tan” diye şükredebileceğim tek şey, Cemal Hünal gibi, içine doğduğum gerçeklikten kaçabileceğim bir “hayal dünyası” kurabilmem ve çok okumamdı. Okudukça hayal dünyam genişledi. Dallarım dış dünyamda budandıkça, hayal dünyamda büyüdü. Ama, giderek doğama ve kendime yabancılaştım.

Elalem ne der, çok ayıp
Ailemde ve içinde büyüdüğüm kültürde, “doğru” denilen şeyin aksini yapmak dışlanma nedeni olduğundan, bir çocuk “Elalem ne der” veya “Çok ayıp” diye terbiye edildiğinden, başkalarının gözünden bakmaya alıştırıldım küçükken. Birilerinin “Aferin” deyip onaylayacağı, sevip takdir edeceği bir çocuk olmaya çalışırken, “yanlış” olduğu söylenilen şeyi “Ama neden” diye sorgulamak bile, suçluluk duygusu hissettiriyordu. Yine de “Neden” diye soran bir insan oldup hep. Çünkü, okuduklarımla ve hayal ettiklerimle, yaşadığım gerçeklik ve “doğru” olduğu söylenenler birbirine uymuyordu. İç dünyam ile dış dünyam arasındaki çelişki giderek büyüyordu.
Röportajı okuyunca, “Acaba, Hünal ailesinin kızı olarak doğsaydım, farklı bir kadın mı olurdum? Yoksa ailem, bugün olduğum kadının filiz verebileceği doğru topraklar mıydı?” diye düşündüm. Kim bilir?

İçimdeki ‘ıssız kadın’

Issız adam’ı anlamak


Hayatımın önemli bir bölümü, zihni özgür ve ekonomik olarak bağımsız, güçlü bir kadın olabileceğim koşulları yaratabilmekle geçti. Amacım kendimce “doğru” olan seçimleri yapabilmekti. Bu sefer de hep kendi doğru bildiğimi yaptım.
Atilla Hünal, oğlunu 17 yaşında yurtdışına gönderirken bir Kızılderili atasözünü kağıda yazıp vermiş: “Rüzgarın ‘doğru’ ise yürü, her şeyle baş edersin, bükülmezsin”. Asıl mesele, neyin “doğru” olduğunu bilebilmek. Nedir “doğru” olan? Başkalarının dediğimi mi? Yoksa, kim ne derse desin, doğru olduğuna inandığım mı? Bir şeyin doğruluğu neyle ölçülür? Elbette “yanlış” ile. Peki, “yanlış” olan nedir?
Tek doğru olmadığını anladığımda, aynı şeyleri yaparak, aynı şekilde düşünerek, aynı açıdan bakarak, neyin doğru olduğunu asla öğrenemeyeceğimi gördüm. Çünkü, gerçeğin iki yüzü vardı. Bir de “yanlış” bulduğum yüzü. Bir şeyin “yanlış” olduğunu düşündüğümde, bu kez “Ama neden yanlış” diye sormaya başladım. Gerçeğin diğer yüzünü de yaşamaya karar verdim.
Ne zaman bir seçim yapmam gerekse, doğru bulup “Evet” diyeceğim bir durumda “Hayır” dedim. Yanlış olduğuna inandığım için yapmayacağım şeyi, yaptım. “Tam bana göre” dediğim doğru erkeklerden uzak durup, bana göre yanlış olan ne varsa yapan erkeklere yaklaştım. İçimdeki ıssız alana geçip, orada sıkışıp kalan ve dış dünyamda varolamayan kadını gördüm. “Ben” diyerek kabul ettiğim kadından farklıydı... Yapmadığım veya yapamadığım her şeyi yapabilirdi. Ona da fırsat verdim.

Mutluluk kanatlandırır
Hata yaptıkça neyin doğru olduğunu, ne olmadığımı anladıkça aslında kim olduğumu, neleri istemediğimi yaşayarak öğrendikçe gerçekte ne istediğimi görmeye başladım yavaş yavaş. Dış dünyamdaki kadınla içimdeki kadın arasındaki fark giderek azalmaya başladı. Şimdilerde bulunduğum yer burası. Unuttuğum doğamı, köklerimi, kendi gerçeğimi hissedebiliyorum artık. Çünkü, kendi gözlerimden bakıyorum. Sezgilerim gelişti. İç sesimi daha iyi duyabiliyorum.
Yaptığımın “doğru” olduğunu, kendimi iyi hissetmişsem, mutlu olmuşsam anlıyorum. Yanlış olduğunu, yaptığımın doğruluğu konusunda tereddüt ediyor veya pişmanlık duyuyor, kendimi iyi hissetmiyorsam... O atasözündeki “doğru” rüzgâr, sırtta açılan bir çift kanat gibi. Doğru rüzgâr “mutluluk” olmalı. Mutluluk, insanı boşuna mı uçuruyor...