Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yeni bir şey deneyeceğimde, iki şey düşünürüm. “Bunu yapabilen biri olduğuna göre, ben de yapabilirim” derim. Yapmak istediğimi o güne kadar yapan biri olup olmadığını bilmediğimde de, “Bunu yapmak aklıma geldiğine ve olası sonucuna ilişkin hayaller kurabildiğime göre, ilk yapan neden ben olmayayım” diye düşünürüm. Yapamasam bile hayalini kurmaktan vazgeçmem. Çünkü, insanoğlunun ortak imaj havzasına kattığım bu hayalimi ben gerçekleştire-mesem bile, bir gün o havuzdan ilham alacak biri tarafından gerçekleştirileceğine, aslında “olamaz” denilen birçok şeyin de bu şekilde gerçekleştirildiğine inanırım.

Hayal kırıklığı yaşamak

“The Matrix” filminde, Neo’nun metal bir kaşığı zihin gücüyle nasıl eğdiğini gördüğünüzde veya bunu yapabilen Uri Geller’i televizyonda izlediğinizde, elinize bir kaşık alıp eğmeyi denediniz mi siz de?
Ben denedim. “İnsanın zihninin, yaratıcılğının, yapabileceklerinin sınırlarını kim biliyor, neden olmasın” dedim. Kaşığa konsantre oldum. Zihnimde olduğuna inandığım gücü keşfedip, kullanabilmeyi denedim. Olmadı tabii.
Hayal kırıklığına uğradım mı? Hiç bir şeyin imkansız olmadığına inanan yanım,  uğradı. Ama kaşığı bükemediğim için değil, sahip olduğuma inandığım güç hakkında pek bir şey bilmediğim için. Metalin, sadece düşünerek eğilemeyeceğini, gördüklerimin göz aldatmacası olabileceğini düşünen mantıklı yanım, hayal kırıklığına uğramadı.

Haberin Devamı

Gerçeğin dayanılmaz ağırlığı
Hayal kırıklığı deyince, uzun zaman önce yaşadığım, kendimi en çok kaptırdığım ilişkim geldi aklıma. Bir şeylerin değişmeye başladığını fark ettiğim günlerin birinde, sevgilim elimi şefkatle, dostça tuttu. “Herhangi bir şeye ihtiyacın olduğunda sadece telefon etmen yeterli. Bundan 10 yıl sonra bile olsa, telefonun ucundayım, hemen gelirim” dedi.
Bunun ne anlama geldiğini anladınız sanırım. “Sevgili olarak ilişkimiz bitti. Ama, ihtiyacın olduğunda her zaman yanında olacağımı bil” diyordu. Ben de anlamıştım tabii. İlişkimizi, kendi şartları içinde, kendi doğruları ve kendi duyguları açısından değerlendirmiş, bir karar vermişti. Duygusal olarak bu kararın sonucuna hazırdı. Kendisi açısından “gerçeği” ortaya koymuştu.
Ben ne yaptım peki? Görmezden geldim gerçeği. Kendi açımdan ilişkiyi bitirme noktasında gelmemiştim çünkü. O, bittiğinde bir boşluğa düşmeyecek şekilde, kendi hayatında düzenlemeler yapmıştı. Ben ise, bir anda, hazırlıksız bir şekilde, boşluğa düşecektim.  Bunu istemiyordum.

Kendimizi kandırmayı seçmek

O nedenle, “Neden böyle söyledin? Ne anlama geliyor bu?” diye soramadım. Söylediklerini, söylendiği anlamında değil, anlamak istediğim gibi yorumladım. O da, devamını söyleyecek ve vereceğim tepkiyi karşılayacak cesareti bulamamış olmalı ki, konuyu kapattı. O anda açıkça konuşulsa ikimizi de üzecek olan gerçeği, bir kenara koyduk. O sözler hiç söylenmemiş gibi...
İlişkimiz bir süre daha devam etti. Sonra, birkaç gün ortadan kayboldu ve telefonda “Bitti” dedi. Konuşmak ve bir açıklama yapmak istemedi. Aslında çoktan bitmiş olan ama kendimi kandırmayı seçtiğim için sürdüğünü sandığım ilişkinin bitiş çizgisine bu şekilde gelmiş olmak beni çok kırmıştı. Yıllarca, “Neden açıkça söylemedi, bunu hak etmemiştim” diye suçladım onu. Oysa böyle olması benim seçimimdi. Bunu daha yeni kabul edebildim.

Gerçek gözümüzün önünde

“Gerçek”, her zaman gözümüzün önünde. Örtülü, gizli, saklı, anlaşılmaz değil. Ama, “olduğumuzu sandığımız” kişinin gözünden bakınca, gerçeği kabul etmek zor. “Olmak istediğimiz” kişiye dönüşebilme beklentisiyle değiştirmeye çalıştığımız “gerçek”, eğmeye çalıştığımız “metal kaşık” gibi işte.
Gerçeği değiştirebilecek güç, aslında hiç olmadığımız veya olmayı umduğumuz içi boş imajların değil, “gerçekte olduğumuz kişi”nin içinde. O gücü kullanabilmek için, kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmek ve kendi gerçeğimizin karşısında eğilmek gerekiyor...