Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir erkek, dünyanın herhangi bir ülkesinde, eğer çok istiyorsa, hayalini kurmuşsa, mücadelesinde yeterince azimli ve yoluna çıkan engellerden yılmayacak kadar hırslıysa, dezavantajlarını avantaja çevirebilecek kadar zeki, farklılıkları dengeleyebilecek kadar akıllı, insanlarla iletişiminde de başarılıysa, en büyük kentin belediye başkanı, başbakan, hatta cumhurbaşkanı olabilir. Ama, dünyanın her yerinde,  kendisine ihtiyacı olmayan, güzel, güçlü, özgür, çekici, başarılı bir kadın tarafından mutlu edilebilmek için, böyle bir kadını mutlu etmeyi, çok az erkek göze alabilir.
Bu erkeklerin de çok azı, Cecilia Albeniz gibi, başka bir erkeğe aşık olup, “first lady”liği elinin tersiyle itip, kendisini terk eden bir kadının yaşattığı aşk acısından sonra, ondan daha genç, çok daha güzel, çok daha seksi, akıllı, güçlü, el attığı her işte başarılı bir kadına âşık olmaya cesaret edebilir. Bu erkek, dünyanın en etkili ülkelerinden birinin lideriyse, hiçbir zaman kontrol edemeyeceği bir kadını mutlu edememe ve yeni bir yenilgiye uğrama riskine rağmen onun kocası olmayı göze alabiliyorsa, dünyada az bulunur erkekler arasında yerini alır.
Dünyada bu kadar büyük bir özgüvene ve cesarete sahip bir “erkek” görebiliyorum. Carla Bruni’nin kocası olabilen, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy...

‘Erkek yiyici’ bir first lady
Aristokrat bir aileden gelen, beş yaşında Paris’e taşınan, sanat ve mimarlık okulunu bırakıp modelliğe başlayan Carla Bruni, Christian Dior, Paco Rabanne ve Versace’nin yıldızı olan ünlü İtalyan top model, sinema oyuncusu, şarkıcı. Zevk için yaptığını söylediği mankenliği 1997’de bırakmış. Sözün, müziğin ve yorumun yarattığı “özel kimyalı bir albüm” olarak nitelenen “Quelqu’un m’a dit” albümü iki milyon satmış.
Fransız basınının, “ünlü bir erkek yiyici” olarak tanımladığı, 2007 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminde Segolene Royal’i desteklemesine rağmen, seçimlerden sonra Royal’in rakibi Sarkozy ile aşk yaşamaya başlayan Bruni, artık Fransa’nın “first lady”si. Bu konumdayken sahneye çıkmama kararı alsa da, 50 yaşında dünya turnesi yapan Madonna’ya bakıp “hâlâ vakti olduğunu” düşünen ve şimdilik Bob Dylan imzalı albümüyle yetinen Bruni’nin kocası olmak ne anlama geliyor?
Bana göre, böyle bir kadını hayatında tutabilmek, başta kendi kuralları ve doğruları olmak üzere, toplumunun ve dünyanın tüm kurallarına ve doğrularına her gün meydan okumak anlamına geliyor. Mısır’da, Cumhurbaşkanı ile el ele dolaşırken düşük bel pantolonundan iç çamaşırının görünmesine aldırmayacak denli kendisi olabilen kadının kocası olabilmek, yarattığı her şeyi her gün yıkıp yeniden kurabilmek demek bence. Paris ziyareti sırasında tanıştığı İsrail Cumhurbaşkanı ile kameralara gülümserken, Şimon Peres’e “Ben ‘cheese’ (peynir) demem, ‘seks’ derim” diyen, mor tuvaletinin altına iç çamaşırı giymeyen Bruni’nin kocası olabilmek, elde ettiği her şeyi her an kaybetme riskini göze almak demek aynı zamanda. Böylesine cesaret ve özgüven sahibi olması, bir erkeği, dünyanın geleceğinde söz sahibi olacak denli güçlü kılıyor.
Cumhurbaşkanı seçilmesi başta pek hoşuma gitmeyen Sarkozy’yi, Bruni’nin kocası olduğundan beri ilgiyle izliyorum.  

Sarkozy’nin ‘negatif’i Ahmedinecad
Bruni’nin külodunun gözüktüğü düşük bel pantolonunun açıkta bıraktığı beline sarılan Sarkozy’nin tam tersi, “negatif”i olan lider kim dersiniz? İran’da, kadınların pardösülerinin altında düşük bel pantolon giymesi fikrine bile tahammülü olmayan, bu pantolonları ve dar pardösü satan yerleri kapattırmak için ahlak polisini seferber eden Cumhurbaş-
kanı Mahmud Ahmedinecad elbette.
Bir yanda, dönüştürebilen dişi gücünü dünyanın kaderini belirleyen erkeklerden birinin eline gönüllü olarak, aşkla veren güzel, güçlü, zeki, özgür bir kadın var. Öte yanda, bu gücün zerresine tahammül edemeyen, değişime direnip zamanı geriye sarmaya çalışan, özgüvenden yoksun bir erkeğin, pardösülerinin altını bile kontrol etmeye çalıştığı kadınlar.
Türk kadının seçimi, zor değil aslında...