Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Küçük çocuğa cinsel istismar suçlamasıyla yargılandığı davada tahliye edilen Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in açıklamaları beni de öfkelendirdi. Ama okuduğumda içimi fena acıtan söz, eski Adli Tıp Kurumu Başkanı Oğuz Polat’dan geldi. 14. yaşındaki B.Ç.’nin “Ruh ve beden sağlığının bozulmadığı” yönündeki raporuyla Üzmez’i kurtaran kurumun eski başkanı, çok acı bir gerçeği ortaya koydu: “Cinsel istismara uğramış çocuklarda en sık rastladığımız bulgulardan birini söylüyor çocuk. ‘Vücudumu sevmiyorum’ diyor. Kendisini suçlamak söz konusu.”

Bedenine yabancılaşmak

Daha çocukken, bütün hayatını içinde sürdüreceği vücudundan nefret ettirilen ve bir kadın bedeninin içine doğduğu için erkeklerin yaptıklarından dolayı kendini suçlayan bir insanın hayatının geri kalanını nasıl geçireceğini düşünün. Önündeki çok uzun bir yolu, ayağını acıtan, içinde kendini rahatsız hissettiği, sevmediği, yakıştıramadığı bir ayakkabıyla yürümek gibi. Sahip olduğu tek gerçeklik olan bedenine yabancılaştırılan kadınların karşısındaki erkeklerin durumuna da bakalım... Kadın vücuduna nasıl baktıklarına...
Üzmez’i “Teke Tek” programına davet eden Fatih Altaylı, üzerinde çıplak kadın fotoğrafı bulunan kol düğmelerini takmıştı. Üzmez’in avukatı Bülent Demir hemen atıldı: “Kol düğmelerinizde çıplak kadın resmi var, cinsel organı gözüküyor. Çıplak kadın resmini kullanarak `Fatih Altaylı playboydur, zamparadır` diyebilir miyim?”
Altaylı da, “Çıplak kadın resmi var ancak cinsel organı gözükmüyor” dedi ve kameraya tuttu. Bir yanda kadının çıplaklığını “zaafiyet” olarak gören, diğer yanda kadın bedenine hayranlığını sergileyebilen erkek. Ancak, birini “suçlama”, diğerini de “savunma” durumuna getiren şey, kadının cinsel organı.

Kim olduğumu biliyor musun?

Bu ülkede çok yaygın olarak, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye dayılananlar veya onların bu şekilde ezdiği erkekler... Böyle diyerek kendinizi ne kadar “güçlü” hissediyor veya böyle dayılandığınız erkekleri ne kadar “ezik” hissettiriyor-sunuz, bilemiyorum... Erkekliğinizi, kaç beygir gücünde araba kullandığınız, nerede oturduğunuz, ne kadar kazandığınız, emrinizde kaç kişi çalıştırdığınız veya ne kadar şöhretli olduğunuzla mı ölçüyorsunuz? Ya da, bunlara sahip olmadığınız için kaç çocuğunuz olduğuyla? Geçin bunları.
Erkekliğinizin gerçek sınavı, kadının cinsel organıyla olan duygusal ve cinsel ilişkiniz... Seviştiğiniz kadının sizinle aşkla bir vücut olmasını, bedeninizi ve kendisini sevmesini sağlayabiliyor musunuz? Yoksa, kendisini ve bedenini sevmeyen, suçluluk duyan, suçlayan bir kadının gözlerine mi bakıyor oluyorsunuz? Kadının cinsel organı, bu yeryüzündeki sırat köprünüz sizin. Cennete ulaşacağınız o köprüden sizi geçirebilecek olan, mutlu etmeyi başaracağınız kadın. Biliyorsunuz... Çok iyi biliyorsunuz...

Haberin Devamı

İçimizdeki tanrıça...
Küçücük bir çocukken, kafasındaki ar, iffet, ahlak, namus, günah, sevap kavramlarını beynime kazıyan babamın, “cehennem”e ilişkin anlattıkları dehşet vericiydi. “Öldükten sonra sırat köprüsünden geçeceğiz. Kıldan ince, kılıçtan keskin. Altındaki uçurumda cehennem ateşi yanıyor. Günahkarlar düşecek, geçebilenler cennete gidecek” derdi.
O köprüden nasıl geçilebileceğini aklım almazdı. İp üzerinde yürüyebilen bir cambaz bile geçemezdi. Gözle görülemeyecek kadar ince, üzerine basılamayacak kadar keskindi çünkü. Babam gibi erkeklerin gözünde geçilmesi neredeyse imkansız olan bu köprünün, bir kadının cinsel organı olduğunu anlamak için ne çok akıllı ne de filozof olmak gerekiyormuş. Birbirinin karşı kutbunda yer alan, gazeteci-yazar iki erkeğin kadına nasıl baktığını görmek yetiyormuş...
Üzmez, televizyonda, “Hovardayım, birçok kadın hayatıma girdi. İyi ki girdiler yoksa fahişe olurlardı. Başlarını örtüp hayatlarını düzelttiler” dediğinde, çoğumuz çıldırdık. Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, “Namusuyla ayakta durmaya çalışan kadınların en büyük rakibi, şıllıklar. Oturduğu koltuğu yatağına borçlu çok kadın var” dediğinde de, düşündüm.
Kadını, başını örten “iffetli” kadından “fahişe”ye, “namuslu” kadından “şıllık”a uzanan yelpazede bir yerlere oturtmaya çalışan erkekler... O köprüden geçebilmeniz için yapmanız gereken şey açık.
Birleştiğiniz kadını korkularınızla, ön yargılarınızla, inanç kalıplarınızla yargılamamak, suçlamamak, cezalandırmamak... Her kadının aşkın, sevginin, güzelliğin, tensel zevklerin, bereketin kaynağı olduğunu görebilmek... Her birinin doğal halinin bir aşk tanrıçası olduğunu anlayabilmek... Aşık olmak...