Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gazeteciliği seviyorum ama en büyük hayalim bilim-kurgu / fantastik türde romanlar yazmak ve bunların filmlerinin çekilmesi. Hatta, film  senoryalarını da yazmak ve kafamdaki sahnelerin hayal ettiğim gibi çekilebilmesi için zihnimdeki görüntüleri resimlemek. Hayal dünyamdaki   öykülere baktığımda, zihnimi  meşgul eden şey, “zaman” konusu.  
Bu nedenle, Tony Scott’un “Deja Vu” adlı filmini bir kez daha izlerken, “zamanda pencere açarak geçmişe bakmak” fikri, benim zihnimde de yeni algı pencereleri açtı. Çoğu insana “Olmaz böyle şey” dedirten ama zaman içinde gerçekleştiğinde kanıksadığımız bu türden fikirlerin, “Neden olmasın” diyenler tarafından hayata geçirildiğine inanıyorum.

Zamanı geriye almak

Filmde, New Orleans polis teşkilatının kullanmaya başladığı ancak gizli tutulan bir teknoloji ile, dört gün öncesine kadar geçmişe dönülebiliyor, olanların henüz yaşanmadan öncesi görülüyordu. Üstelik de, devletin izleyebildiği güvenlik kameraları aracılığıyla, kentin her hangi bir yerindeki her hangi bir insanın yaşamı “Biri Bizi Gözetliyor”daki gibi izleniyordu.
Bir araba vapuruna konulan bombayla onlarca kişinin öldüğü olay araştırılırken bu teknolojiyi devreye sokan teşkilat, böylesine bir olanağa rağmen bir konuda çaresiz kalmıştı. Olayı çözmek için, geçmişte nereye bakmak gerektiğini bilmiyorlardı.
“Sezgileri” kurbanlardan genç bir kadınla katil arasındaki bağı kurabilecek kadar güçlü, “analitik zekası” eylemin tasarlanmasıyla gerçekleşmesi arasındaki süreci oluşturan adımların birbirine nasıl izlediğini fark edecek kadar keskin, “bakış açısı” tümden gelerek  puzzle’ın parçalarını görmesini sağlayacak kadar geniş olan birine ihtiyaç vardı. O kişi, ajan Carlin idi.
Carlin, sadece geçmiş zamanda doğru yerlere bakarak katili bulmakla kalmadı. Genç kadının evinde yaşadığı “Deja Vu”nun (Bir olayı daha önce yaşamışlık veya bir yeri daha önce görmüşlük hissi) da etkisiyle, geçmişte kadının hala yaşamakta olduğu bir “an”ın içine girdi. Zamanın aktığı yönü, dolayısıyla da geleceği değiştirdi. Onca insanın ölmesini engelledi.           
Filmi izlerken, geçmişe bakıp da “Şimdiki aklım olsaydı” diye başlayan yakınmalarımız geldi aklıma. O zamanki aklımızla doğru yaptığımıza inandığımız ancak sonuçlarını yaşamış ve bir hayli de değişmiş olarak geriye bakınca, bugünkü aklımızla yanlış olduğunu düşündüğümüz bir seçimimizi değiştirebilseydik ne olurdu acaba? Filmdeki gibi, uzayda pencere açan bir teknolojiye sahip olmamız şart mı bunun için? Zaten filmde de, o teknoloji sadece bir araçtı.
Zamanın yönünü değiştiren, geçmişe, “her şeyi görebilen” bir farkındalıkla bakan Carlin’in seçimiydi. Öyle bir insan, teknoloji olmadan, uzayda bir pencere açıp, geçmişteki bir anın içine girip, zamanın akışını başka bir yöne çevirebilir mi? Neden olmasın...

Haberin Devamı

Adrese teslim Reiki
Bir süre önce çok moda olan Reki, ellerden akan ve şifa veren “Evrensel yaşam enerjisi” olarak biliniyor. İkinci aşamasında kullanılan sembollerle de, uzay/zaman boyutu aşılarak, uzaktaki bir insana, geçmiş veya gelecekteki bir zamanda Reiki yapılabiliyor. Biri telefon edip, “İyi hissetmiyorum” diyerek kendisine Reiki göndermenizi isteyebiliyor. Reiki’ye inisiye olanlarda en çok gördüğüm şey, bir başkasını iyileştirmek veya onu değiştirmek için uzaktan Reiki göndermek.
Çünkü bu, başkasının hayatında mucizevi bir değişiklik yapmak için, külkedisini prensese, balkabağını arabaya çevirircesine bir ölçü “sihri” paketleyip, kargoyla adrese teslim göndermek gibi. Değişmek, sonunda “kendimiz” olabileceğimiz bir dönüşüm geçirmek için kullanabileceğimiz “evrensel şuur”un, perinin elindeki sihirli çubuk olduğuna inanmak rahatlatıyor. Geçmişe bakıp hatalarımızı görmek, bizi mutsuz eden sonuçlarından dolayı başkalarını suçlamayı bırakmak ve değişmek yerine başkalarını değiş-tirmek fikri cazip geliyor insana.
Değişmek için, başkalarından beklentilerimizi bir yana bırakmak, önyargılarımızı kırmak ve alışkanlıklarımızdan vaz geçmek gerekiyor. Beklentisizlik, boşlukta bırakıyor.  Einstein’in dediği gibi, önyargılarımızı kırmak atomu parçalamaktan zor. Alışkanlıkları kırmak da,  kemiklerimizi kırmaya benziyor. Değişmek, büyümek,  kendimiz olmak süreci, acı veriyor.
Bu süreçte “Reiki”yi, farkındalığımızı geliştirerek zaten hep içimizde olan “her şeyi gören göz”ümüzün açılmasını sağlayan bilince, “uzaklık sembolü”nü uzayda pencere açan teknolojiye, özgür irademizi de uzayı büküp zamanın aktığı yönü değiştiren güce benzetiyorum.