Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Müjde Ar’ın Prof. Dr. Osman Müftüoğlu  ile kadınların cinsel isteğinin nasıl artacağına ilişkin muhabbeti ilginçti. Ar, erkeklere “aganigi” diye önerilen fındığa karşılık, ne yiyebileceğimizi, “Biz ne yutalım hocam” diye sordu.
Müftüoğlu, “Kadınlarda da erkeklerde de libido testesteron hormonunun kontrolü altındadır. Menopoza girince östrojen gitti, cinsellik gitti yok. Testesteronunu erkekler nasıl artırıyorsa siz de öyle artırın” dedi. Afrodizyak olarak bilinenleri önerdi. Ve spontan seksi.
Ar, çıplak erkek resimlerine bakmayı sevmediğini söyledi. “Cinsellikte kadınların libidoları sürünmeye başlıyor. Doğal bir besin rica ediyoruz” diye ısrar etti. Müftüoğlu, “Yok” dedi.
Doyurucu bir seks için afrodizyak besinler ve bitkilerden önce, bunları alma isteğinin uyanması, o ateşi spontan bir şekilde tutuşturacak kıvılcımın canlı tutulması ve hep bizimle olması gerekiyor. Nedir o kıvılcımı her an ateşi yakabilecek şekilde taşımamızı sağlayacak olan? Elbette cinsel fanteziler.

Sözcüklerin sihirli gücü

Hayallerimizin dünyası, dış dünyada oynadığımız rollere ve maskelerimize ihtiyacımızın kalmadığı, “Başkası ne der” diye endişelenmeden kendimiz olabildiğimiz, özgürlüğü sınırsızca deneyimleyebildiğimiz yer. Orada, ne istersek yapar, karşımızdakine de istediğimizi yaşatabildiği-miz illüzyonu yaratabiliriz. Bu, bize, kim olduğumuzu, gerçekte ne istediğimizi ve bunu dış dünyada da yaratabilme gücüne her zaman sahip olduğumuzu anımsatır.
Hayal gücümüz, sahip olduğumuz en büyük armağan. Özgür olduğumuzu unutmadan, fantezilerimizde gerçekten istediğimizi yaşarsak, hayallerimiz gerçekleşir. Gerçek yaratıcılık, hayal edilenin, fantezisi yaşananın dile getirilmesiyle olur. Hayal edileni dış dünyada inşa eden, sözcüklerin sihirli gücüdür...

Haberin Devamı

Söyledikleriniz ne kadar gerçek?
Joe Wright’ın “Kefaret” adlı filminde, sıcak havanın ahlaksızlığı teşvik ettiğinin düşünüldüğü bir ortamda, birkaç insanın hayatını trajik biçimde etkileyen olay havuz başında geçer. Evin kızı Cecilia ile kâhya kadının Cambridge’de okuyan yakışıklı oğlu Robbie arasında başlayan ancak yaşanamayan tutku, ikisini de, birbirlerini hırpalayacakları kadar gerer.
Cecilia’nın elindeki değerli vazo, yanlış yorumladıkları sözler yüzünden çekişirlerken kırılır. Öfkelenen kız, o sıcakta artan cinsel arzunun da verdiği cesaretle ve erkeğe meydan okurcasına, sadece ten rengi kombinezonu kalana kadar soyunur. Kopan parçayı çıkarmak için suya dalar. Çıktığında, üzerine yapışan giysisiyle çıplak gibidir.
Robbie, evde yalnız kaldığında Cecilia’dan davranışından dolayı özür dilemek için mektup yazmak ister. Ama önce, havuz başında uyanan cinsel isteğini, küvette özgürce yaşar hayallerinde. Seyirci görmez bunu, gözleri kapalıdır, yüzündeki ifadeden mutlu olduğu bellidir. Sonra daktilosunun başına geçer.  Fantezisinde yaptığını en açık şekilde yazar. İzleyici bunu görür.
Kağıdı çıkarıp katlayıp kenara koyar. Sonra da, “kibar” bir erkeğin yapması gerektiği şekilde dolma kalemiyle kızın duymak istediğini sandığı şeyleri yazar: “Davranışlarımdan ötürü deli olduğumu düşünmeni mazur görürüm. İşin aslı varlığın başımı döndürdü ve beni sersemletti. Bunun için sıcak havayı suçlayamam. Affedecek misin?” 

Eros’un oku

Mektubunu Cecilia’ya elden gönderdiği anda ne yaptığının farkına varır. Fantezisini yazdığı mektubu göndermiştir. Ok yaydan çıkmıştır. Ama bu “hata”sı sayesinde Cecilia, o akşam ona hayal ettiği şeyi yaşatır. Çünkü onun da hayali aynıdır. Arzuları karşılıklıdır. Gerçekten istenilenin dile getirilmiş olması, bir rüyayı gerçeğe çevirmiştir.
Tutku, içimizdeki yaratıcı ateşse, cinsel fanteziler bu ateşin kıvılcımı. Bu ateşi canlı tutma isteğini sağlayacak olansa, gerçek “aşk”ı yaşama umudu elbette. Ateş, bu umut bitince söner. Afrodizyaklar işe yaramaz...