Salı günü sabaha karşı uyandığımda, yabancı bir odada, giyinik olarak, kilitli bir kapının önündeydim. Nerede olduğumu anlamak için soluma baktım önce. Üzerinde kapı kolu ve kilit olmayan mavi bir kapı daha vardı. Arkama döndüm. Aydınlık, boş, iki duvarın kesiştiği köşede iki leke olsa da boyası temiz bir odada kilitli olduğumu fark ettim. Binanın bodrumunda olduğumu düşündüm. Oraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum.
Önünde durduğum kapıya vurdum, birinin açması için. Çıplak elle yüksek ses çıkaramadım. Cebimden sadece anahtar çıktı, o da yeterince yüksek ses çıkarmamı sağlayamadı. Anneme seslendim, aynı binada oturmadığını hatırladım. Bağırıp yardım istedim ama birinin beni duyma ihtimali olmadığını görebiliyordum.
Durdum, düşündüm. Hiçbir çıkış yolu görünmüyordu. Ne kadar kalacağımı, çıkıp çıkamayacağımı kestiremiyordum oradan. Kapana kısılmış gibi hissettim.
Bu hisle uyandığımda, bunun bir rüya olduğunu anladım. Aklımdan “Elimde anahtar vardı, neden kapıyı açmadım” sorusu geçti. Kapının kilidi olup olmadığına bakmamıştım.
Cinsel masumiyet
O odanın ne anlama geldiğini düşünürken tekrar uyumuşum. Rüyamda, bu kez binanın bahçesinde uyandım. Az önce yemek yenilmiş, üzerleri kirli tabaklarla dolu masalar vardı. Tabağıma bir parça tavuk aldım ama oturabileceğim temiz bir masa bulamadım. Ayaklarım beni yine o bodruma götürdü. Bu kez bodrumdaki odanın dışındaydım. Kapıyı çaldım. Bir arkadaşım açtı. Erkek. Konuşurken, duydukları hoşuna gitmediğinde çabuk öfkelenen, karşısındakini kıran, küfreden, konuşmaya çekindiğim, yanında tedirgin olduğum, bana ölen babamı anımsatan bir arkadaşım...
Beni içeri davet etti. Oda farklıydı bu kez. Uzun koridorunun duvarlarında dev haritalar asılıydı. Olağanüstü büyüklükteki odanın bütün tavanından birbirinden ilginç onlarca avize sarkıyordu. Fantastik bir odaydı. Geniş bir kanepede arkadaşım, yaşlı bir adam ve 12-13 yaşlarında bir erkek çocuk oturuyordu. Bense, karşılarında, ayakta duruyordum.
Kilitliyiz ama anahtar da bizde...
Arkadaşım bana bir şey anlatırken, ilk kez gördüğüm çocuk kalktı. Sol yanımdan yaklaşıp, bir kedi yavrusu gibi kafasını omzuma yaslayıp, sarıldı bana. Ben de sarıldım. Eli sırtımdan belime, oradan aşağıya indi. Bir yandan gülüp, kafasını da omzuma gömerken, popomu avuçladı.
Gülüşü öylesine içten, kendisi öylesine sevimliydi ki... Dönüp yüzüne baktım. Muzipçe güldü yine. Gözleri pırıl pırıldı. Çok güzel, çok doğaldı. Kızmadım. İçinde yeni uyanmaya başlayan cinsel dürtüsünün merakıyla uzanan elini, bir daha o doğallıkla uzatmaya çekinmesini hiç istemeyeceğim kadar masumdu. O uzanışını “doğru” veya “yanlış” bulmama neden olabilecek, cinsellik konusunda bana öğretilen, belli ki babamdan gelen ve bilinçaltıma kazınan her şey, o masumiyetin sınırsızlığı içinde eridi.
Dönüp arkadaşıma baktım. Şaşkındı. Konuşmuyor, öylece bakıyordu. Onun ağzından konuşan babam da susmuştu. Odadan çıkarken kapıya baktım. Kilidi vardı. Anahtarı da hep bendeydi. En başından beri...
Tanrı’nın gizlediği parça