Geçmiş olsun!

18 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Bir tarafta dünyaya ne amaçla geldikleri belli olmayan, bir baltaya sap olamamış azınlığın başlattığı, kaymakamından, çevik kuvvetine, normal polisine kadar "yetkili!" makamların "seyirci kalmayı tercih ettiği" olaylar, bir grup yöneticinin edilen küfürlere "kıs kıs" gülüşü, diğerinin öfkelenişi... Diğer tarafta basketbol oynamaya çalışan oyuncular ve maçı çocuğuyla "insan gibi" izlemeye gelmiş küçük bir azınlık...
Herkesin gözleri önünde elini kolunu sallaya sallaya torpilleri yakıp arka arkaya (polisin gözlerinin içine bakarak) sahaya atan Galatasaraylı seyirci (!), kendisine edilen küfürleri polisin durdurmayışıyla çileden çıkan bir başkan, bu arada basketbolcuları sıcak tutmaya çalışan coach ve tribünlere hayretle bakan oyuncular... Acaba bu manzaraları dünyanın neresinde bir basketbol salonunda görebilirsiniz.
Yanıt: Asla göremezsiniz!
İşte dünkü derbiden akılda kalanlar. Maç diye tabir etmenin mümkün olamayacağı ve giderek rekabeti karmaşaya dönüştürüp ayaklar altına almaya devam eden tribün terörü. Zaten parasal sıkıntı çeken ve ayakta durmaya çalışan iki büyük kulübün basketbol şubelerine bir darbe de kendi taraftarlarından...
İnsan

Yazının Devamı

Efsane vız geldi

28 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Efes Pilsen dün gece Atina'da karşısında öylesine berbat bir Olympiakos buldu ki, galibiyet daha ilk dakikadan "geliyorum" dedi. Bir zamanların efsane ekibi gitmiş, yerini sıradan ve yenilgiyi daha başta kabullenen bir takım almış. Efes Pilsen de, zaten maçtan önce favori olduğu karşılaşmada, kendini hiç sıkmadan, oyunu sürekli kontrolünde tutarak, adeta elini kolunu sallaya sallaya rahat bir galibiyet aldı. Klasikleşen sert savunmasıyla Olympiakos'a kolay sayı izni vermeden, hücumda da sakin ve sabırlı top çevirerek, sonuca gitti. Pota altında Kaya, Prkaçin ve Ermal ile Olympiakos'un uzunlarına nefes aldırmayan Lacivert - Beyazlılar, bunu devre sonunda da 27-12'lik ribaund üstünlüğüyle olağan dışı bir istatistiğe dönüştürdü. Üçüncü çeyreğin hemen başında yakaladığı 7 - 0'lık seriyle de rakibinin galibiyet ümidini tamamıyla ortadan kaldırdı.
Efes, C Grubu'ndaki dördüncü maçında da yine "taş gibi" bir takım olduğunu ve artık bileğinin kolay bükülmeyeceğini Atina'da bir kez daha gösterdi. Lacivert - Beyazlı takımda her geçen gün yükselen grafik ve müthiş uyum, göze hoş gelen bir basketbolu da beraberinde getiriyor. Yunan basketbolunun "kaybolmaya yüz tutan"

Yazının Devamı

Bu takımda hayat var

13 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Avrupa Ligi'nde geçtiğimiz hafta deplasmanda İspanya'nın güçlü takımı Tau Ceramica'yı "can verip can aldığı" kora kor bir oyun ile yenen Efes Pilsen dün gece karşısında beklemediği kadar kötü bir Asvel buldu.
Maça çok iyi hazırlandığı daha ilk dakikada göze çarpan Efes, belki de tarihinin en kolay Avrupa Ligi maçlarından birini oynadı. Oyuna herzamanki sert savunma ve hızlı hücum düşüncesiyle giren Efes, kapasitesinin yarısını bile ortaya koymadan farkı açmaya başladı. Mrazek dışında tamamı siyahi ve atletik oyunculardan kurulu Asvel'in bu özelliği Abdi İpekçi'de para etmedi. Asvelli oyuncular Efes'in artık "taşlaşmış" savunmasına duvar gibi çarpıp geri dönünce Lacivert - Beyazlılar devre sonunda skoru ikiye katlayıverdi.
Efes'in bu direnci karşısında guardı çok çabuk düşen Asvel'in dengesiz şut girişimleri ikinci yarıda da devam edince fark daha da açıldı. Asvel'in oyuna erken havlu atması da Efes'in performansını olumsuz yönde etkilerken düşen tempo skorun da kısır kalmasına yol açtı. Efes, belki de Türkiye Ligi'nde bile en zayıf rakibi karşısında dünkü kadar kolay kazanamazdı.
Lacivert - Beyazlılar, oynadığı iki maçta da geçtiğimiz sezonlara

Yazının Devamı

Ala Turca!

2 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Esas hedef olan Euroleague'in başlamasına kısa bir süre kala, "formalite" niteliğindeki Türkiye Ligi'nde "son provaya" çıkan Efes Pilsen ile Ülkerspor öylesine ilginç bir maça imza attılar ki, eşine bir daha zor rastlanır !
Oyuna favori olarak giren Ülker, galip gelmek için en ufak bir direnç göstermeden "kuzu kuzu" rakibine teslim olurken, maçın her anında "işini ciddiye alan" Efes, "kılını kıpırdatmayan" rakibinin, bu "sebebi anlaşılmaz" ikramından faydalanarak tozunu attı.
Efes, klasikleşen istikrarıyla ve bu sezon ikiye katlanan savaşçı görüntüsüyle maçı kısa sürede kontrolüne aldı ve belki de ligin en zayıf takımı karşısında bile bulamayacağı ortamdan yararlanarak sonuca gitti.
Düşünün; Ülker, henüz oyunun sekizinci dakikasında, kadrosunun Avrupa için yeterli olup olmadığı hâlâ kafalarda soru işareti oluşturan Efes karşısında 30 sayıyı potasında görmüştü bile. Devre 54 - 38 Efes'in üstünlüğüyle geçilirken Ülkerspor'da maça asılmaya yönelik en ufak bir işaret görülmüyordu. Sistem takımı olduğunu yıllardan bu yana kanıtlayan Efes, her sene kadrosundan birçok yıldızı kaybetmesine karşın yerine yenilerini o kadar iyi monte ediyor ki, oyun

Yazının Devamı

Uçurum

20 Ekim 2003

<#comment>
<#comment>
Efes Pilsen ile Galatasaray arasında sadece tek çeyrek heyecan veren karşılaşmada basketbolun kalite düzeyi, tribünlerin boşluğuyla paralel seyretti. Basketbolseverlerin, bu sezon sıkça rastlanacak olan Efes ve Ülker'in 10'lu, 20'li farklı galibiyetlerine alışması, ya da dünkü gibi tribünleri boş bırakması kaçınılmaz.
İlk on dakikalık süreçte güçlü rakibine Arda ile kafa tutan Galatasaray, Ender'in ikinci çeyrekte girip, birinci vitesle giden Efes'i hızlandırmasıyla oyundan düştü. Devre bitmeden Galatasaray'ın direnci iyice kırılıp fark da açılınca maçın ne tadı kaldı, ne de tuzu. Bu, kadro kapasitesi olarak iki takım arasında varolan "uçurumun" doğal sonucuydu ve hiç de sürpriz olmadı.
Galatasaray, sürekliliği olmayan, bir parlayıp bir sönen "sıradan" yabancıların yerine tamamı Türk oyunculardan kurulu bir kadro kursaydı kaybı, kesinlikle bundan fazla olamazdı.
Geçen seneki kadrosundan iki önemli yıldız Kaspars Kambala ve Marcus Brown'ı kaybeden Efes, eskiye oranla daha "savaşçı" bir kimliğe bürünmüş görünüyor. Pota altı, Prkacin, Kaya ve Ermal üçlüsüyle verimini arttırmış durumda. Ancak Brown'ın görevini üstlenmesi beklenen Langton, uzun bir

Yazının Devamı

Çekirge sıçramadı!

9 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
Sadece yıldızları yok olmuş değil, adı bile değişmişti. Son Dünya ve Avrupa şampiyonu Yugoslavya, sadece Divac, Bodiroga, Tomasevic gibi yıldızlarını değil ismini de kaybetmiş, 2003 Avrupa Şampiyonası'na Sırbistan Karadağ olarak gelmişti. İlk raund maçlarında da C Grubu'nda Rusya'dan fark yemiş, İspanya ile başa çıkamamıştı. Bu yetmiyormuş gibi Milli Takımımız'ın karşısına 450 kilometre yoldan, Södertalje'den gelerek çıkmıştı. Tüm bunların üzerine takımı tek başına sırtlayan, ayakta tutan NBA'li yıldız Stojakovic de henüz yedinci dakikada sakatlanmış ve rakibin eline ayağına dolanmaya başlamıştı. Yani, Milli Takımımız'ın, tarihinde resmi maçlarda hiç galibiyeti bulunmayan rakibine karşı artık tüm kozlar elindeydi.
Ama yine olmadı, olamadı. İyi başladık, dokuz sayı öne geçtik, ama başaramadık. Çünkü hiçbir zaman sahada "özgüven taşıyan", bunu bize hissettiren bir Türk takımı izlemedik, izleyemedik. Hiçbir zaman on sayı bile öne geçtiğimizde, "tamam, galiba kazanıyoruz" diyemedik. Çünkü turnuvanın "en dengesiz" takımı bizdik. Rakiplerimiz de hep sahaya bu zaafımızın farkında, "komşuda pişer, bize de düşer" diye çıktılar. Ve sonunda Sırplar da "panzehir" olarak

Yazının Devamı

İngiliz Hasta'ya rağmen !

8 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
Milli Takımımız, Hırvatistan karşısında nihayet kendine yakışan, potansiyeliyle paralel bir oyun ortaya koyarak grup ikinciliğini, hem de basketbolla uzaktan yakından ilgisi olmayan İngiliz hakemin berbat kararlarına rağmen bileğinin hakkıyla aldı.
Maçın ilk dakikalarında yine tutuk bir görüntü çizen millilerimiz, Yunanistan yenilgisinin moral bozukluğunu yaşıyordu. Savunmada herkes birbirinden medet umunca, serbest kalan Hırvat oyuncular pota altına elini kolunu sallaya sallaya girdiler. Rakibi takip etmek yerine yakındaki arkadaşından yardım bekleme yanlışı, özellikle pota altında belimizi büktü. Ribaundlarda da ilk yarıda 24 - 12 gibi rakibin yarısı kadar düşük bir rakam tutturunca oyunu istediğimiz gibi yönlendiremedik. Neyse ki millilerimiz bu yanlıştan kısa süre içinde döndü. İçeriye yüklendiğimiz zaman mutlaka sonuç aldık ve sayı bulamasak da mutlaka rakibin uzunlarına faul yaptırdık. Alan savunması da bu kez tutunca maçın hakimiyetini ele geçirdik. Ancak ribaund zaafımız ve rakibin pota altından bulduğu sayılar devreyi geride kapamamıza yol açtı.
İkinci yarıda galibiyetin zorunluluğunun bilincinde olan 12 Dev Adam müthiş bir mücadele ortaya

Yazının Devamı

Hidayet'e eremedik!

7 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
Ne kadar üzülsek, ne kadar dövünsek azdır. Elimizden kendi hatalarımızla kaçırdığımız Yunanistan'ı dün gece Boras'ta denize dökmemiz işten bile değildi. Ama ne yazık ki Hidayet'in milli formayı hâlâ özümseyememiş olması, kenar yönetimin de kazanmak için ne yüzünde, ne de performansında bir "hırs işareti" görünmeyen bu oyuncuya maç boyunca tahammül etmesi yenilgiyi hazırladı. Haluk ile maça ortak olduğumuz anlarda Örs'ün, "kötü" Hidayet'teki ısrarı adeta intihar gibiydi.
Halbuki maça Tsakalidis ile eşleşen Mehmet'in, adeta tankı andıran rakibinin sağından solundan dönüp vurduğu smaçlarla başlamış, coşmuş gidiyorduk. 5.34'te İbrahim'in üçlüğüyle skor tabelasında 21 - 8 göründü. O ana kadar herşey iyi gidiyordu ancak Tsakalidis oyundan alınıp Rentzias ve Dikoudis ile pota altına daha hareketli iki uzunu yerleştiren Yunanistan, içeriden bulduğumuz sayıları kesti. Dışarıdan da zor sayı bulmaya başlayan millilerimiz, Mehmet dışında skorer çıkaramayınca ibre Yunanistan'a döndü. Fark giderek kapanırken, ikinci çeyrekte yaptığımız alan savunmasında da Mirsad sağda içeriye yardım edeyim derken o kadar çok boşluk bıraktı ki rakibe kolay sayılar verdik. Devre bitmeden

Yazının Devamı