Uğur İşven

Uğur İşven

ugur.isven@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye’de termik santral denince akla Yatağan’da yaşanan büyük sıkıntılar gelir.
1976 yılında hizmete giren, çevre duyarlılığının bulunmadığı 36 yıl öncenin teknolojisiyle, bir Polonya firması tarafından yapılmıştır bu santral...
Gerek yakılan kömürün çok düşük kalorili olması, gerekse teknolojisinin geriliği yüzünden az sıkıntı yaşatmamıştır yöre insanına...
Atmosferin üst katmanlarındaki hava sıcaklığı ile zemine yakın katmanlar arasındaki sıcaklık farkının azalması demek olan “inversiyon” olayını Yatağan Termik Santralı öğretmiştir bize.
Yatağan ilçesinin üzerini kaplayan, o kahverengi zehir bulutunu unutmak mümkün mü?
Unutmadığımız, unutamadığımız içindir ki, termik santral deyince, Yatağan kabusunu hatırlarız; tüylerimiz diken diken olur.
* * *
Ancak bu olayın hava boyutunun yanında bir de ekmek boyutu bulunuyor. İnsanların karnının doyması için iş bulması, iş için de fabrikaya ihtiyaç var. Fabrika ise elektrik enerjisi ister.
Elektrik elde etmek için ille de termik santral kurmak gerekmez elbette. “Yenilenebilir enerji” dediğimiz rüzgar, güneş, jeotermal gibi kaynakları da kullanmamız mümkün. Biyoyakıtan, çöpten de enerji elde etme imkanı var. Ancak imkanlar sınırlı. İhtiyaç duyulan enerjinin tümünü bu tür kaynaklardan elde etme imkanı yok. Olsa da stratejik değil.
Bütün akarsuların önüne baraj kurmak da çözüm değil. Kursanız da çevre üzerinde etkileri az değil.
Bu yüzden herkes enerji kaynaklarını çeşitlendirme yoluna giderek jeopolitik dalgalanmalardan mümkün olduğunca az etkilenmeye çalışıyor.
* * *
Aliağa yöresinde beş adet yeni termik santral kurulmasına ön izin verilmesi, termik santral konusunu yeniden gündeme getirdi. Termik santral denince de bizdeki Yatağan Sendromu yeniden canlandı.
Yöre halkı tedirgin. Mevcut sanayi tesisleri yüzünden nefes alamaz hale gelen insanlar, bir de termik santrallar gelirse yerlerini yurtlarını terketmek zorunda kalmaktan korkuyor.
Korkmakta da haklılar.
Ancak dünya değişti; termik santrallar da öyle. Dünya 1970’lerin dünyası olmadığı gibi; termik santrallar da eskisi gibi değil. Çevreci hareketin siyasal partiye dönüşecek kadar güçlü olduğu Almanya gibi bir ülkeye hayat veren Ren Nehri kıyısında çok sayıda santral yapılmasına kimse sesini çıkarmıyorsa, bu santrallar kasabalarla iç içe çalışıyor, yanıbaşında anaokulu, restoran, kilise olabiliyorsa, durup bir bakmak gerekir.
Günümüzün teknolojisi Alman’a zarar vermeden, tozu dumana katmadan enerji üretebiliyorsa, Türk’e zarar vermeden de üretebilir.
Asıl yapılması gereken hem bu santralların, hem de bölgeyi ise dumana boğan diğer tesislerin denetlenmesini sağlayacak sistemin iyi işlemesini sağlamaktır.
Sınırı aşanların komik rakamlarla değil, en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlayacak caydırıcı tedbirleri uygulatmaktır yapılması gereken.
Dediğim odur ki; biz termik santrallarla uğraşırken, tozu dumanıyla, cürufuyla çevreyi mahveden haddehaneler meydanı boş bulmasın.