Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Japonya dendiğinde ilk neler geliyor aklınıza?
Benim aklıma gelen ilk iki şeyden biri, sorumlu politikacıları.
Kamuya zarar veren bir yolsuzluğa ya da ihmale karıştığı anlaşıldığında yüzlerinde büyük bir mahcubiyet ifadesiyle özür dileyerek istifalarını veren, hatta bu utançla yaşayamayıp intihar eden devlet yetkilileri, bizim için uzak bir Japon masalı.
İkincisi ise malum, aktif deprem bölgesinde yaşayıp depremi en az zararla alt edebilme becerileri. Buna göre oluşturdukları güvenilir yapılar ve tıkır tıkır işleyen organizasyonları.
Belki en çok bu yüzden, bu memleketten gelen gönüllü doktor Miyazaki’nin ölümü, bu denli içimize oturdu, mahcup etti bizleri. Japonların ünlü jestiyle, belimizden yerlere kadar eğilerek, başımızı yerden kaldırmayarak özür dilesek mesela şimdi...
Belki anlamlı, ama ne fayda...

Can pazarı bir ülke
Hani neredeyse alıştık biz, kendi kırık dökük düzenimizin bize ettiklerine...
İşçi Sağlığı ve İş Meclisi Raporu rakamlarına göre, yeterli önlem alınmaması sonucu meydana gelen iş kazalarında, sadece geçtiğimiz ekim ayında 53 işçi hayatını kaybetti. En az 142 kişi yaralandı. Bir de tabii kayıtlara geçemeyenler var.
Rakamların kuru dili bilmem size, bu insanların geride bıraktıkları ailelerini de düşündürtüyor mu? Sadece son bir ayda, en az 53 işçinin çocukları öksüz, yetim kaldı, demektir. Şimdi neyle karınları doyar? Nasıl okurlar?
Geleceğe nasıl umutla bakarlar? Anne-babalarını kaybetmenin acısını neyle sararlar?
Hepsi, fena halde cevapsız sorular.
Arefe günü dahil, toplam beş günlük bayram yaptık. Ama bizde bayramın, tatilin öbür adı, “trafik canavarı.” Beş gün içinde 62 kişi hayatını kaybetti, 371 kişi yaralandı.
Bu beklenen haberler için manşetler, başlıklar önceden hazırdı.
Çatışma, şehit haberleri, her gün öldürülen kadınların hikayeleri, serseri kurşunlara kurban giden insanlar... Bizim haber bültenlerimizin değişmezleri. Bu can pazarı haberlerinin hiçbiri, ne yazık ki artık bizi şaşırtmıyor. Acıyı kanıksadık. İnsan hayatının kıymetsizliğini kanıksadık. En acısı da bu olsa gerek zaten.
Ortada dolaşan bir değil, bir çok ateş topu var. Herkes, ateşi söndürmek yerine, top kendine gelmesin, diye dua etmekle yetiniyor.

Kıymetlilerimiz, kaybettiklerimiz
Acısı, korkusu bu kadar taze iken bile, olası depremler için gerekli önlemleri almayı beceremedik. Göz göre göre, yine masum insanlar öldü. Hesabını kim verecek, aynı acıların bir daha yaşanmaması için ne kadar sıkı önlemler alınacak, ne kadar köklü değişimler yapılacak, yaşayıp göreceğiz.
Bu ülkede insan canının kıymetsizliğini, sevdiklerimizi kaybede kaybede, yüreğimize taş basa basa öğrendik. Aydınlı Jandarma Astsubay Afşin Kürşat’ın nişanlısı, bunu böyle öğrendi mesela. Bu sefer ateş topu onun elinde kaldı. Bir ömür, bu kayıpla, bu acıyla yaşayacak. Gencecik bir gazetecinin, Cem Emir’in ailesi ya da... Onların nazarında, hangi özrün, açıklamanın kifayeti var bu saatten sonra?
Belki kendimizi onların yerine koyarsak, bu ateş topları söndürülmediği sürece, bir gün hepimizi yakabileceğini anlarsak, daha çok sesimizi yükseltiriz.
Kimbilir? Belki...