Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Deniz öyle durgundu öyle durgundu ki
Karıncalar eğilip su içerdi *
Bu satırlar, bunaltan yaz sıcaklarına ve her daim yakıcı ülke gündemine inat, Ege kıyılarına, yaza ve edebiyata övgü olsun...
* * *
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şey oldu. Ordunun en üst komuta kademesi, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları topluca emekliliklerini isteyerek görevden ayrıldı. Konuyla ilgili ilk yorumlar, hükümet ve Avrupa Parlamentosu’ndan geldi. İkisi de durumu Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde olumlu bir adım olarak değerlendiriyorlar.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, “Türkiye, demokratik kurumların askeri kararlar üzerinde denetim sahibi olduğu daha demokratik bir ülke haline geliyor” demiş.
Tüm bu olup bitenin, değişimin anlamını yorumlamaya haiz hissetmiyorum kendimi. Hele de yaşananlar bu kadar tazeyken... Herkes gibi ben de, deneyimli Ankara muhabirlerine gözümü kulağımı dikmiş durumdayım.
Ama kuşkusuz esas olan, bundan sonraki süreçte, yaşananların bizi gerçek bir sivil demokrasiye götürüp götüremeyeceğidir.
Çok boyutlu
Denklemin tüm bilinmezleri bir yana, antidemokratik hem sivil hem de askeri yönetimlerin kazığını da postalını da ziyadesiyle yemiş bir ülkenin “sıradan vatandaşları” olarak, biz çok iyi biliyoruz:
Gerçek demokrasi, tek boyuttan ibaret değildir. Vaatler, açıklamalar ve manşetlerle gelmez.
Çok önemli olmakla birlikte, sadece askerin sivil alandan geri çekilmesi de, bu gerçek demokrasi sınavında tek başına yeterli bir kriter değildir. Bu dava, çok daha ilkesel bir kararlılık ve her alanda önemli adımlar gerektirir.
Askerin kendi görev alanına çekilmesi, sorgulanabilir olması, tartışmasız demokrasinin olmazsa olmaz şartı. Peki ama, örneğin askerin geri plana çekildiği bu demokratikleşme sürecinde, siyasete hakim olan hem militarist hem de sivil otoriter dil de sorgulanacak mı?
Bugün artık Türkiye’nin her yanında mahallelerde bile kendini hissettirmeye başlayan çatışma ortamını sonlandırmak için, yapıcı ve etkili politikalar üretilip üretilmediğini tartışabilecek miyiz gönül rahatlığıyla?
Eleştire eleştire bitiremediğimiz 301. Madde’nin taşlı yollarına takılmadan mesela...
Ya da savunmaya değil eşitliğe, kardeşliğe hizmet edecek sosyal politikalara “dev bütçeler”in ayrıldığı günler görecek miyiz yakında?
Benim askerin postalını çektiği bir demokratikleşme sürecinden anladığım, esas olarak bunlar.
Dedik ya “demokrasi çok boyutlu” diye...
Fillerin tepişmesi
Bir de yargısız infaza dönüşen tutukluluk süreleri hallolmadan; adalet sistemi her vatandaşın güvenebileceği tarafsızlığa ve işlerliğe kavuşmadan; siyasilerin basına ayar verme cüreti son bulmadan; ücretsiz eğitim istedi, yumurta attı ya da anayasa taslağı hazırladı, diye gençlere verilen yıllarca hapis cezası kararları mazi olmadan; bu ülkede işte, sokakta kadınlar kendilerini güvende ve özgür hissetmeden...
Demokrasi falan olmaz.
Ötesi fillerin tepişmesidir. Bu tepişmede bizi ilgilendiren, çimlerin ahvalidir.
* Bir Karadeniz balıkçı deyimiymiş, biz Yaşar Kemal’den öğrendik.