Ambarları yabancılar dolduruyor

11 Ekim 2018

15 gün önceki yazımda arpa ithalatından bahsetmiştim. Bu haftaki yazımda da insan beslenmesinin en temel besin maddesi olan buğdaydan ve buğdayda gelinen noktadan söz edeceğim. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın ‘Buğday Raporu-2018’ adıyla geçenlerde yayımladığı raporda çarpıcı tespitler bulunuyor. Hem bir tarım yazarı hem de söz konusu odanın İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi olarak bu tespitleri bu köşede aktarmak istedim.

Buğday ve buğdaydan elde edilen bulgur, makarna, irmik ve bisküvi gibi ürünlerin tüketiminin birinci sırada olduğu Türkiye’de, 2000 yılından 2017’nin sonuna kadar buğday ekim alanları 15 milyon dekar düştü, aynı dönemde yapılan ithalatla yabancı ülkelerin çiftçisine 13 milyar dolar para ödendi.

Bu yıl da Türkiye’ye hatırı sayılır miktarda buğday girdiğini, açıklanan istatistiklerden biliyoruz. Buğday üretiminin bu şekilde azalması sadece insanları değil, hayvancılığı da etkiliyor. Az buğday, az saman demek. Hele buğday üretiminin düşüp de hayvan sayısının arttığı Türkiye gibi ülkelerde saman ithalatı da kaçınılmaz oluyor.

Türkiye, bir buğday ambarıyken neden bu hale geldi diye soracak olursak, Ziraat Mühendisleri Odası’nın tespitlerine bakmamız gerekiyor...

Yüksek

Yazının Devamı

Değişim, üretimi nasıl etkileyecek?

4 Ekim 2018

Gele-cekte, aile çiftçiliğinin giderek ortadan kalkması ve toprakların büyük şirketlerin elinde toplanması, tarımdaki değişimin yapıtaşlarını etkileyecek en önemli etken olacak.

Küçük çiftçilik ‘ölçek ekonomisi’ diye adlandırılan bir ekonomik kurama göre değerlendiriliyor ve burada daha çok üretim maliyetleri üzerinde duruluyor. Bu tartışmayı da özellikle liberal yazarlar kâr-zarar hesabı üzerinden yürütüyor. Ölçek ekonomisini savunan bazı ekonomist ve yazarlar tarım sektörünün sosyoekonomik önemini es geçiyorlar. Kâr-zarar üzerine yapılan tartışmalar belki birçok sektörle ilgili olarak yapılabilir ancak tarım gibi dünya kadar işlevi olan bir sektör için konunun farklı düşünülmesi gerekiyor.

Bugünlerde Türkiye’de gelinen noktada, yükselen döviz kuru nedeniyle artan maliyetler yüzünden kazanamayan üreticiler, ‘üretmemenin maliyetini hesaplamaya’ başladı. Bu çok tehlikeli bir durum. Çünkü, kazanamayan üreticiler ya topraklarını satarak ya da boş bırakarak nüfusça daha yoğun yerleşim yerlerine göç ediyor. Bir bakıma üreticiyken bir anda tüketici konumuna düşüyorlar.

Böyle tüketicilerin çoğaldığı ülkelerde, artan nüfusun da etkisiyle gıda üretiminde yetersizlikler baş gösteriyor;

Yazının Devamı

Dışa bağımlılığın anası ithalat

27 Eylül 2018

Tarımda son zamanlarda bir ithalat furyasıdır gidiyor. Türkiye, bir zamanlar dünyada gıdada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken 1980 yılından itibaren kapılarını ithalata sonuna kadar açtı.

Kimi liberal yazarların da etkisiyle, 12 Eylül askeri ve ondan sonra gelen Özal hükümetleri döneminde tarımda üretim değil ithalat desteklendi. 1983’ten başlayarak günümüze kadar, tarımda SEK, EBK, YEMSAN gibi üretim yapan, üreticiyi koruyan ve piyasayı regüle eden ne kadar kamu iktisadi kuruluşu (KİT) varsa satıldı.

Bugün gelinen noktada Türkiye hemen hemen bütün arım ürünlerini ithal eder duruma geldi. İthalat kalemlerinden birisi de, geçenlerde girmesine izin verilen ve hayvan yemlerinde kullanılan arpa. Gelinen noktada, insanlara yedirmek için buğday ithal edildiği gibi hayvan yiyecekleri de artık ithal ediliyor. Biliyorsunuz, geçen yıllarda da saman ithal edilmişti.

Demek ki Türkiye tarımında bir sorun bulunuyor ve bu sorun son zamanlarda dövize bağlı olarak artan girdi fiyatları nedeniyle kolay kolay çözüleceğe de benzemiyor. Artık üretici. ‘üretimin değil üretmemenin maliyetini’ hesaplar duruma geldi. Haklı, çünkü yüksek maliyetle ürettiği ürününe ya pazar bulamıyor ya da

Yazının Devamı

Ekonominin kara deliği israf...

20 Eylül 2018

Türkiye israf ekonomisinin tuzağına iyice düşmüş durumda. Dünyada “gelişen ekonomiler” içerisinde kategorize edilen Türkiye, bir yandan düşük tasarruf oranıyla yoluna devam ederken, diğer taraftan yıllardır ülkeye gelen kredi ve satılan kamu mallarının parasını üretime değil betona yatırdı. Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi şimdi de “borçları ödeme zamanı geldi”.

Ülkede hemen hemen bütün sektörlerde büyük bir israf ekonomisi oluştu. Örneğin gıda sektörüne baktığımızda, sadece ekmekte yıllık 1.7 milyar adet kayıp var ve bunun parasal değeri de 1.5 milyar liraya ulaşıyor. Bir yılda israf edilen ekmeğin parasal karşılığı ile 5 kişilik 104 bin aile, 162 bin asgari ücretli kişi bir yıl boyunca geçinebiliyor.

Toplamda israf edilen gıdanın Türkiye ekonomisinden götürüsü ise 214 milyar liraya ulaştı. İsrafın büyük boyutlarda olduğu yaş meyve-sebzeye gelirsek. Sektörde kayıplar üretim-dağıtım-tüketim aşamalarında gerçekleşiyor. Ülkede yeterli düzeyde soğuk hava deposu bulunmadığından dolayı, üretilen meyve-sebzenin önemli bir kısmı hasat sonrası pazara ulaşma aşamasında heba olup gidiyor. Yıllık 49 milyon ton olan yaş meyve-sebze üretiminin en az yüzde 25’i, yani 12 milyon tonu çöpe

Yazının Devamı

Tarımın sorunları ağırlaşıyor

13 Eylül 2018

Geçen Ağustos ayında Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün yayınladığı “Gıda fiyatları endeksine göre” dünyada et, süt ve ürünleri, tahıl, bitkisel yağ, şeker fiyatları düşerken Türkiye’de bu gıdaların fiyatlarında artış gerçekleşti. Son zamanlarda Türkiye’de yaşanan döviz krizi nedeniyle artan girdi fiyatları gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Sadece tarım değil, ithalata bağlı imalat, aslında daha çok montaj, sektörü de tarım gibi alarm vermeye başladı. Şu anda yaşanan krizi 2001 ile değerlendirenler çıkıyor. Bugün Türkiye’de yaşanmakta olan ekonomik kriz, 2001’den farklı olarak birçok “camdan sütunun” hepsinin birden devrilmesiyle meydana geldi. Dış borçla ve sıcak parayla dönen ancak “üretime değil inşaata dayalı” ekonominin sonucunda gittikçe artan cari açık, yüksek enflasyon ve yüksek orandaki işsizlik bu krizi yapısal hale getirdi.

Kısacası dışarıdan gelen para ve içeride satılan kamu mallarının ederi başta tarım-tarıma dayalı sanayi olmak üzere üretime yatırılsaydı bugün bunlar yaşanmazdı. Kısacası başkalarının parası harcandı ve şimdi de ödeme zamanı geldi.

Tekrar tarıma dönersek… Çiftçinin artan maliyetler karşısında geçen yıla göre yüzde 50 oranında

Yazının Devamı

Şarbon sorunu...

6 Eylül 2018

Türkiye’de gerek bitkisel gerekse hayvansal üretimin sorunları hiç bitmiyor nedense. Bitkisel üretimde küresel iklim değişikliğinin yanı sıra dövize bağlı yüksek girdi maliyetleri ve pazarlama sorunlarıyla uğraşılırken, hayvansal üretimde de bunlarla birlikte örneğin bu günlerde sahada görülen şarbon gibi hayvan hastalıkları dikkat çekiyor.

Şarbon; sığır, koyun, keçi gibi ot yiyen memeli hayvanlarda görüldüğü gibi, atlarda, köpeklerde de görülebilen öldürücü bir hastalık. En önemli özelliği de insanlara bulaşıyor olması.

Hayvanların hastalıktan korunması aşılamayla mümkün. Tüketiciler de veteriner hekimlerin kontrolü altında kesim yapılan mezbahalar dışında kesilen çiftlik hayvanlarının etlerini tüketmemeli.

Ancak tüketiciler bunu nereden bilecekler? Zaten peynir başta olmak üzere, gıda ürünlerine gelen zamlarla şaşırmış durumdalar.

Hayvancılıkta dövize bağlı olan yem, ilaç gibi girdi fiyatlarındaki artış, hayvan yetiştiricisine pahalıya mal olmaya başladı. Yem fiyatları alıp başını giderken Ağustos’ta sütün litresine yapılan 17 kuruşluk zam, maliyetleri karşılayamamaya başladı. Yeni bir artış yapılmazsa hayvancılık 2009-2010’daki gibi bir süt/et krizine girebilir. Bu da Türkiye’de

Yazının Devamı

Tarım ilacı tehlikesi...

30 Ağustos 2018

ABD’de üretilen kahvaltılık gevreklerde tarım ilacı kalıntısı olan glifosat tespit edildi. Türkiye’de de son yıllarda gençler ve çocuklar arasında kullanımı yaygınlaşan kahvaltılık gevrekler; mısır, buğday ve yulaf gibi ürünler kullanılarak elde ediliyor.

Glifosat denilen etken madde, halk arasında ‘ot ilacı’ diye anılan ilacın hammaddesi konumunda. Bizde de çoklukla kullanılan ot ilaçları, tarlalarda ve bahçelerde istenmeyen otları öldürmek için kullanılıyor.

Glifosat etken maddesi, kimi kurumlara göre zararlı, kimi kurumlara göre de zararlı değil. Örneğin Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu (IARC), 2015’te glifosatı ‘muhtemel kanserojen’ sınıfına aldı.

Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) de, hemen hemen aynı zamanda glifosatın muhtemel kanserojen bir madde olmadığını açıkladı.

Yani kafalar karışık...

289 milyon dolar

Bir zamanlar deprem profesörlerinin yaptığı gibi, bugün de bazı tıp, ziraat ve gıda hocaları, birbirleriyle zıt görüşler ileri sürerek tüketicinin kafasını karıştırıyor.

Birinin bazı veriler ileri sürerek dediğine, diğeri taban tabana zıt verilerle yanıt veriyor. Zavallı tüketici de arada kalıyor ve ne yiyip içeceğine bir türlü karar veremiyor.

Yazının Devamı

Tarımda verim sorunu

23 Ağustos 2018

Bu haftaki yazımda tarımdaki verim sorunundan bahsedeceğim. Bence bu konu, Türkiye’nin sadece tarımda değil, bütün sektörlerde ana sorun. Tamam, gerek tarım gerekse sanayi ürünlerinde hammadde dışarıdan geliyor ve dövize bağlı olduğu için maliyetler gün geçtikçe artıyor, ancak verimsizlik de maliyetleri bir o kadar artırıyor.

Bu gerçekten yıkıcı bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bunun en aza indirilmesi, yani verimim artırılması için mutlaka tüm sektörlerde sanayi-tarım-üretici-üniversite işbirliğine gidilmeli. Bu sorun ancak kurumlararası işbirliğiyle çözülebilir.

Tarıma gelince... Türkiye’de ister bitkisel, ister hayvansal olsun, dekar/ağaç başına ve hayvan başına verimlerin oldukça düşük olduğunu görüyoruz.

Yanlış işleme teknikleri, emek yoğun bir işçilik, düşük ve yanlış mekanizasyon kullanımı, sulamanın ülke genelinde düşük olması ve iklime bağımlılık nedeniyle oldukça yüksek miktarlarda verim kayıpları meydana geliyor.

Söz konusu kayıplar, bitkisel üretimde dekar/ağaç, hayvansal üretimde hayvan (et-süt-yumurta-deri vb.) başına maliyetleri önemli oranda artırıyor.

Yaş meyve sebzeden başlarsak... Yaş meyve-sebzede ürünler üreticiden-tüketiciye ulaşıncaya kadar uzun pazarlama

Yazının Devamı