YÖK'te bir devrim yaşandı!

14 Mart 2011

Yılarca kapalı kapılar ardından yönetilen Yükseköğretim Kurulu (YÖK), adeta fildişi kuleyi andırıyordu. Değil öğrenciler, belki akademisyenler bile yetkililere ulaşmakta zorlanabiliyordu. Özgürlüklerden yana değil, yasaklardan yana inisiyatif kullanılıyordu. Bu durum belki de kurulduğu dönemin zihniyetinin bir tezahürü idi. Zira 82 darbe anayasasının ürünü olan YÖK, desteklemek için değil, kontrol altında tutmak için kurulmuştu…

Fakat son üç yıldır YÖK’te bir şeyler oluyor. Mevcut haliyle böyle bir kurumun olmaması ve ilgili kanunun değiştirilmesiyle kurulun yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan bir başkanın yönetimiyle YÖK, alışık olmadığımız yaklaşımlarla şaşırtmaya devam ediyor.

Şimdilerde üniversite öğrencilerinin kahvaltı davetlerine icabet eden, öğrencilerle tavla oynayan, facebook sayfasıyla gençlerle iletişim kuran ve çok daha ulaşılabilir olan bir başkanla, alışık olunmayan bir yaklaşım sergiliyor YÖK…

Son 3 yılda yükseköğretimde kronikleşen birçok konuya neşter vuruldu,

Yazının Devamı

Atanamayan öğretmenlere çözüm bulundu!

2 Mart 2011

Her geçen yıl atanamayan öğretmenler arasına on binlerce yeni aday öğretmen ekleniyor. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, 274 bin öğretmen adayının bulunduğunu belirtiyor. Bu rakamın mevcut kadrolu öğretmen sayısının yarısına denk geldiği düşünüldüğünde durumun ne kadar kronikleştiği de ortaya çıkıyor. Bununla birlikte her yıl yapılan öğretmen atamaları o yıl mezun olan öğretmen adaylarından daha az kalıyor. Aday öğretmen sayısı her geçen yıl azalmıyor, çoğalıyor…

Bu tablo karşısında üniversitelerin öğretmenlik programlarında kontenjanların artırılmamasının isabetli bir karar olduğu da görülüyor. Fakat bu karar en fazla birikmenin durmasını sağlayabilir. Birikmiş adayların eritilmesi içinse başka tedbirlerin alınması gerektiği aşikâr…

Dün Bilkent Üniversitesi'nde toplanan Ulusal Öğrenci Konseyi Olağan Genel Kurulu'nda üniversitelerin öğrenci konseyi başkanlarıyla bir araya gelen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, bir soru üzerine işsiz öğretmenler için bir çözüm

Yazının Devamı

Lise 3,5 yılda bitirilebilsin!

21 Şubat 2011

Birkaç yıl önce üniversiteye giriş sınavları yaklaşınca (öss) lise son sınıf öğrencileri hastanelere koşar ve 15-20 gün rapor almak için doktor doktor dolaşırdı. Veliler de işi gücü bırakır çocukaları için rapor alınabilecek doktor araştırıdı. Doktorlar da hayli zor durumda kalır fakat öğrencileri kırmazlardı. Yani topyekün bütün yetişkinler aslında hasta olunmadığı halde rapor alma telaşesine düşerek gençlerimize örnek olurlardı!

Nihayet aklı başında birileri "amaca giden her yol mübah!" misali gençlerimize nasıl sahte belge alınabileceği hususunda örnek teşkil edildiğini farketmiş ve tartışmalara neden olan bu durumun sonlandırılması adına velinin izni ile her isteyene gerekli izin verilmeye başlanmıştı. Tabii ki bu durum da sınav öncesi lise son sınıfların okulu boşaltmalarına neden oldu.

2010 yılından itibaren üniversiteye geçiş sisteminde iki aşamalı sınav uygulamasına geçilmesi ile lise son sınıfta iki defa sınav öncesi dönem oldu. Şimdi üniversite adayları hem YGS öncesinde hem de LYS öncesinde izin

Yazının Devamı

Sevgi(li)nin günü mü olur?

13 Şubat 2011

Hayat ve bütün yaşanmışlık gerçekse eğer, ölüm yalan olmalı değil mi?… Yada gerçekse ölüm, hayat yalan değil mi?... Sevgililer gününden bahsederken ölüm de nereden çıktı değil mi? Peki ama her şey zıddıyla değerli değil mi? Geceler olmasa gündüzün kıymetini kim bilir? Kim bilir, hastalık olmasa sağlığın kıymetini?! Yokluk olmazsa bilinir miydi varlığın kıymeti… Ve sevgi birleşmekse, ölüm ayrılık değil mi; sevgiden sevgiliden?!...

Bakmayın aykırı cümleler kurduğuma… Sevgi baş tacımız bizim… Öyle ki, gönül razı değil bir güne sığdırmaya… Sanki bir güne sığdırılınca sevgiler, bir günlük hatta bir gecelik sevgililer türüyor çevremizde… İsyanım sevgililer gününe değil, bir günlük sevgi(li)lere… Zira hayat bir gerçekle başlar, öbür gerçekle biter… Yani iki gerçeği vardır hayatın; biri sevgi diğeri de ölümdür… Sevgiyle hayat bulur bütün canlar, tıpkı kainatın hayat bulmasındaki sevgi

Yazının Devamı

OSYM güven tazeliyor, adaylar cevap kağıdını görebilecek...

9 Şubat 2011

Her şerde bir hayr gizlidir derler. 2010 yılının en önemli olaylarından biri de KPSS kopya skandalı... Zira eski adıyla Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi, yeni adyla Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi bu skandalla büyük bir sarsıntı geçirdi. Henüz sonuçlanmayan soruşturma süreci de işaret etti ki kopya KPSS ile sınırlı değil. ÖSYM önemli bir kurum, onlarca sınavla üniversite yerleştirmelerinden devlet kadrolarına yerleştirmeye kadar birçok ölçme ve yerleştirme işlemini gerçekleştiriyor. Sadece 2010 yılında 7 milyon 838 bin 830 (7.838.830) aday ÖSYM'nin gerçekleştirdiği sınavlarda ter döktü.

Hani dedik ya 'her şerde bir hayr gizlidir' diye... Bu vahim kopya olayının hayrı da ÖSYM'de meydana gelen ciddi değişiklikler, aşırıya kaçıldığı bile söylenebilecek önemli güvenlik tedbirleri ve şeffaflaşan hizmetler olsa gerek... Zira kopya sürecinden sonra ÖSYM yönetim ve kadrolarında değişiklik olmakla birlikte çok anlamlı yenilikler de beraberinde geldi...

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir, birkaç

Yazının Devamı

Karnelerin anne-babalara bakan yönü

28 Ocak 2011

Yaklaşık 16 milyon öğrenci bugün karnelerini alacak. Kimi öğrenciler sevinçle kimi öğrenciler de hüzünle girecek kısa süreli tatile... Ve hemen her evde karneye dair anlar yaşanacak anı olmaya aday... Belki karnedekileri değiştiremeyeceğiz, fakat yeni döneme dair çok şeyi değiştirebiliriz. Son iki yazımızda karnenin çocuklarımıza bakan yönünü ele aldık. Karne ve notların nasıl algılanması gerektiği (bu konudaki ilk yazımız) ve çocuklarımıza nasıl yaklaşmamız gerektiği, nasıl bir değerlendirmeyi nelere dikkat ederek yapmamız gerektiği (bu konudaki ikinci yazımız) konularına ayırmıştık. Fakat hiç kuşkusuz karnelerin bir de anne-babalara bakan yönü var.

Çocuklarımızın karnelerindeki performansın anne-babanın kendi performans ve kişilikleri ile özdeşleştirmemeleri gerekliliğiyle birlikte, karnelerdeki durum anne-babaların veli ve anne-baba olarak sorumluluklarını ne derece yerine getirip getiremedikleri noktasında bir öz eleştiri fırsatı olarak da değerlendirilebilir;

• Çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz? Onların ilgi, yetenek, beceri ve zihinsel performansının ne kadar farkındayız? Ondan beklediklerimiz ne kadar gerçekçi?
• Çocuklarımıza ne kadar doğru yaklaşabiliyoruz?

Yazının Devamı

Karne nasıl değerlendirilmeli, anne-babalar çocuklarına nasıl yaklaşmalı ve nelere dikkat etmeli?

27 Ocak 2011

Bir önceki yazımızda çocuklarımızın karne ve notlarını nasıl algılamak gerektiğini ele almıştık. Bugün ise anne babalar çocuklarına nasıl yaklaşmalı, karnedeki notlar nasıl değerlendirilmeli nelere dikkat etmek gerektiği üzerinde duracağız.

Öncelikle anne-babalar, çocuklarına onları sevdikleri, değer verdikleri ve destekledikleri mesajlarını her zaman vermeli, karnelerindeki notların onlara duydukları ilgi, sevgi, muhabbet ve değeri asla değiştirmeyeceğini hissettirmelidirler.

Çocuklarımıza neleri yapamayacaklarından çok neleri yapabileceklerini anlatmak, olumsuz ve eksik bulduğumuz davranışlar yerine olumlu bulduğumuz ve beğendiğimiz yönlerini vurgulamak daha çok işe yarayacaktır. Aynı zamanda onu dinlemek, anlamaya çalışmak; ne söylediği ve nasıl söylediğinden ziyade ne anlatmaya çalıştığıni ve ne hissettiğini anlamaya yönelmek daha önemlidir.

Karnelere karşı sert tepki göstererek, kıyaslayıcı, aşağılayıcı, alay edici ve çocuklarımızın kişiliğine yönelik suçlamalar içeren tutumlarla yaklaşmak özgüvenini, kişilik gelişimini olumsuz etkileyebileceği gibi, ruh dünyasında da tamiri mümkün olmayacak yaralar açabilir. Ayrıca bu yaklaşımlar, sorunlarımızı çözmenin ötesinde

Yazının Devamı

Karne ve notlar nasıl algılanmalı?

26 Ocak 2011

Eğitim-Öğretim döneminin sonuna gelirken, milyonlarca öğrenciyle birlikte anne ve babaları da merak ve heyecanlı bir bekleyiş sarmakta. Bu eğitim-öğretim döneminin sorumluluk ve gerekliliklerini yerine getiren öğrenciler tatili düşünerek sevinirlerken, bazı öğrencilerimiz de karnesi yüzünden başına neler geleceğini düşünüp korku ve telaş içerisinde endişe taşıyabilirler.

Anne-babaların, karneleri karşısında çocuklarına yönelik takınacakları tavır ve gösterecekleri yaklaşımlar ise onların kişilik gelişimlerine olumlu/olumsuz etkiler meydana getirebileceği gibi muhakkak ki ruh dünyalarının şekillenmesinde de önemli etkenler içerir.

Öncelikle bilinmelidir ki, bir eğitim-öğretim döneminin sonucu olan karne, çocuklarımızın farklı dönemlerde girdikleri sınavlardan aldıkları sonuçların bir göstergesidir. Ve bu sonuçlar da ancak ve ancak, farklı dönemlerde girilen sınavlarda sorulan soruların, öğrenci tarafından o anda hatırlanıp hatırlanmadığı veya o anda verilen sürede yanıtlanıp yanıtlanamadığı konusunda

Yazının Devamı