Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yine nurtopu gibi bir kriz var kucağımızda! Koca koca tahsilli, makam sahibi adamlar, bütün bir hafta boyunca gazetede, televizyonda bunu konuştular.
Ben kendi adıma, birbiriyle tartışmak ama anlaşmamak, illa ki konuyu kendi cephesine yontmak için şartlanmış, farklı siyasi meşreplerden üç ya da dört adamın konuk olarak çağrıldığı televizyon programlarını izlemekten şiştim.
Derdimi şöyle anlatayım. Bu programları izlerken, keyifsiz, gergin bir maç izliyormuşum hissi uyanıyor bende. Tarafların demagoji becerileri, hiç de şık olmayan goller olarak hanelerine yazılıyor. Ne bir paslaşma, oyun kurma ne de akıl dolu hareketlerden eser var.
Bu kötü oyunu izlemek zorunda kalışımız yetmezmiş gibi, bir de sonunda, “Manasız gerginlik ve çözümsüzlük kupası”nı da hep birlikte, vatandaşlar olarak bizler kaldırıyoruz.
Tam, “Hayırlısıyla şu seçimleri de atlattık” diyecektik... Hatta Ortadoğu ve Arap ülkelerinin, Yunanistan’ın kaynadığı, Avrupa’da demokrasilere güvenip sandığa gitme oranının oldukça düştüğü bir dönemde, seçmenin yüzde 87 oranında katılım gösterdiği bir seçim gerçekleşti ülkemizde, diyecektik. Ve yüzde 10’luk seçim barajı ayıbına rağmen, Türkiye’de farklı kesimleri temsil gücü oldukça yüksek bir Meclis kuruldu, diye keyiflenecektik.
Ama olmadı...

Sorumlu kim?
Bu yeni kriz ortamında farklı partileri temsil eden siyasetçiler ve çoğu zaman siyasetçilerden daha siyasetçi gazeteciler, krizin faturasını birbirine kesme yarışında. Ben bir türlü Yüksek Seçim Kurulu’nun bu krizin sorumluluğunu üzerine almamasını anlamlandıramıyorum.
Tutuklu vekilini Meclis’e sokamamaktan bu dönem muzdarip olmayan tek parti olan AKP dahil herkes, millet iradesinin tecellisi adına, tutuklu vekillerin Meclis’e gelmeleri gerektiğini savunuyor.
Ama bu genel uzlaşı bile ülke gündeminin derin bir krizin gölgesinde kalmasını engellemeye yetmiyor.
Nedeni yukarıda anlattığımız gibi... Bu ülkede krizler, akıl ve izanla halledilmesi gereken bir meseleden çok, rakip takıma gol atmak ya da onun forvetini dövmek için bulunmaz bir fırsat olarak görülüyor.
Sonuçta, golü de dayağı da kim yiyor, söylemeye gerek yok, sanırım.
Bu tartışmada krizin ana tarafları olarak, AK Parti’nin de CHP’nin de kendilerine göre haklı açıklamaları, gerekçelendirmeleri olabilir.
Bir haftadır da esas olarak bunları tartışıyoruz.
Ancak bu tartışmaları izlerken, YSK’nın bu krizdeki sorumluluğunun yeterince tartışılmadığı kanaatindeyim.
Seçimlerin hukuka uygun olarak gerçekleştirilmesini ve seçimler sonrasında halkın oylarının en iyi şekilde temsilini sağlamakla yükümlü bir yapı olarak, yaşanan krizin vebali, bu kurulun boynuna düşmektedir. Çünkü, halk oylarını verirken YSK’nın onayından geçerek, seçim pusulalarına adını yazdırmış milletvekili adaylarına oy vermiştir. Ve bu saatten sonra, bu seçilmiş bu vekillerin göreve gelememesinde, yani halkın oylarının hiçe sayılmasında en büyük sorumluluk da bu kurula aittir.
Aynı derecede yankı bulmamış olsa da bana bu kriz, son dönem üst üste sınavlarda yaşanan skandalları hatırlatıyor.
YÖK, ÖSYM, YSK... Hatalar, krizler ortada; sorumlular nerede, diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz.