Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çok sevdiğim iki İtalyan arkadaşım, 10 günlük tatil için Türkiye’ye geldiler. Ben de bu vesileyle hummalı bir rehberlik işine soyundum. Onlara, doğup büyüdüğüm şehri, evimi, ailemi, annemin yemeklerini, arkadaşlarımı, kısacası kendi yaşamımdan kıymetli şeyleri göstermek hevesiyle koşturuyorum.
Konuklarıma açıklamalar yapıyorum, hikayeler anlatıyorum, programlar yapıyorum, vs vs...
Ama bu hevesin yanında, her Türkiyelinin içine işlemiş, memleketini beğendirmek, “Bak aslında biz de oldukça medeni bir ülkeyiz”, “Bizim ülkemiz de ne kadar güzel” mesajını vermeye çalışmaktan da geri duramadığımı fark ettim. Bunu gereksiz, kompleksli bulup, kendimle dalga geçsem de nafile!
Aslında, iyisiyle kötüsüyle ve her şeye rağmen tüm güzelliği, çeşit çeşit zenginliğiyle Türkiye, kendini çok güzel anlatıyor. Ben boşuna konuşuyorum.
Sanırım bu, Türkiye’de hepimizin az çok içselleştirdiği bir ruh hali. Eee kolay değil... Osmanlı’dan beri bu böyle; Batılı gözün takdiri önemlidir bizim için... Modernleşme yolunda kendimize tuttuğumuz biraz çetrefil bir aynadır.
Şirince
İzmir’e gelip Efes’i görmemek olur mu? Tabii biz de döküldük yollara. 40 derece sıcağa rağmen, Efes’te olmak hep güzel. Dönüş yolunda yine mecburi turistik istikametlerden biri haline gelen Şirince’ye uğradık. Yeşillikler içinde kıvrıla kıvrıla ilerleyen bir yoldan ulaşılan güzel tarihi bir Rum köyü...
Ama sanırım benim misafirlerin, Şirince’nin çarşısına pek prim vermediğini söylemem gerek. “Çok güzel tarihi bir köy ama yazık bütün köy, bir pazaryerine dönmüş” dediler. Sonra da önlerindeki çığırtkanlarla turist çekmeye çalışan, birbirine çok benzer dükkanların sıralandığı turistik güzergahtan ayrılarak, köyün içine doğru kıvrıldılar.
Evinin önünde hem komşularla çene çalan hem de bahçesindeki şeftalileri satan Muazzez Teyze’den şeftali aldılar. Muazzez Teyze şeftalileri yıkayıverdi.
“Ne kadar güzel kokuyor” diye diye, suyunu akıta akıta şeftalileri yediler.
Sonra köyün içinde coşkulu coşkulu çalan davul-zurna sesinin peşine takıldık hep beraber...
Sesler, tarihi kilisenin arka sokaklarındaki bir evin önünden geliyordu. Gelinlik bir kız, baba evinden çıkmaya hazırlanıyor. Sonraki gün nişanı var.
Davul zurnalı kutlama, nişan öncesi kız evine çeyiz tepsilerinin getirilmesi şerefine çalınıyor. Köyün genç erkekleri, gelinin babasından bahşiş almadan tepsileri kapıdan içeri bırakmıyorlar. Dünürler, genç kızlar, genç erkekler karşılıklı oynuyor. Zurnacı bahşiş vermeyenlerin kulağına kulağına üflüyor zurnasını... Zurnanın deliklerine, ufaklık kağıt paralardan yerleştiriliyor. On yaşlarında tatlı bir oğlan çocuğu, gümüş rengi bir tepsinin içindeki lokumları dağıtıyor. Herkesin ağzı tatlanıyor.
Bilmem söylememe gerek var mı? Benim İtalyan misafirler mest. Gözlerini kocaman kocaman açmış, olanı biteni izliyorlar. Ağızları biraz şaşkınlıktan biraz da keyifli bir tebessümden dolayı açık.
O dekorasyonlar, butik oteller, süslü şişeler, şarap tadımları falan iyi hoş da... Gerçeğin yerini hiçbir şey tutmuyor.
Özellikle Şirince gibi yerlerde kültür turizmi de ancak sahici şeylerin üzerine kurulabiliyor. Sadece turistik pazarı olan, gelin alayı, Muazzez Teyzesi olmayan bir Şirince, konuklar için pek bir şey ifade etmiyor.