Karakola sığınmak

12 Aralık 2011

Görmeyeniniz, duymayanınız kaldı mı, bilmiyorum. İnternette en çok paylaşılan, yorumlanan haberler arasında kaç gündür.
Karabağlar Polis Karakolu’nda iki sivil polis tarafından dövülen, saçları çekilen, alenen aşağılanan, tam adıyla karakolda “işkence gören” bir kadının görüntüleri, yumruk gibi midemize oturdu.
18, 16 ve 8 yaşında üç kız çocuğu annesi bu kadın...
Görüntüler bizi bu kadar sarsmışken, siz bir de bu üç kız çocuğunun olup bitenlerden ne kadar etkilendiklerini, ne derin yaralar aldıklarını düşünün...
Yağmurdan kaçarken
Kadına yönelik şiddet belasına karşı türlü mücadele veriyoruz.
Şiddete uğrayan bir kadının, ilk etapta güvenip gidebileceği vazgeçilmez adres neresi?

Yazının Devamı

Erciş’in çocuk gazetecileri

5 Aralık 2011

On iki yaşındaki gencecik, heyecanlı bir çocuk muhabir, Kurban Bayramı’nda Van’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e soruyor: “İlk, Erciş’te deprem oldu dendiğinde ne hissettiniz?”
Belki de bu nedenle çocuk işçiler değilse de, medyada çocuk muhabirler olmalı; Başka hangi yetişkin muhabirin aklına bu kadar içten, bu kadar duygulara dair bir soru sormak gelirdi ki?
Başka bir genç muhabir özgüvenle sözü alıyor: “Peki benim de bir sorum var. Herkes evlerden, işlerden bahsediyor. Okulları soran yok. Bizim SBS sınavımız var. Okullar ne zaman açılacak?”
Diğer medya mensublarını atlatıp Cumhurbaşkanı’yla röportajı kapmışlar. Keyifleri yerinde. Birkaç sorunun ardından rahatlayıp, samimi bir sohbete girişiyorlar. “Başkanım, siz gelmeden önce elektrik yoktu. Bugün siz gelene kadar yarım saat içinde elektriği bağladılar. Her tarafı temizlediler. Çadırlar, tuvaletler, her yer tertemiz oldu. Keşke siz her hafta gelseniz.”
Sanırım çoktan anladınız; hem akıllı hem de muzurlar.

Çocuk Medya Merkezi

Yazının Devamı

Ah şu Çağan Irmak romantizmi!

28 Kasım 2011

Uzunca bir aradan sonra Çağan Irmak geçmiş kameranın başına, toplamış ekibi ve yine bir “masal” anlatmış bizlere. ‘Babam ve Oğlum’ gibi, ‘Prensesin Uykusu’ gibi bir masal film, ‘Dedemin İnsanları’ da. Çağan Irmak dünyasından, çocuksu, iyilerin kazandığı, çirkinliklerin mümkün mertebe hasıraltı edildiği, arka planda mübadeleden, Kıbrıs çıkarmasından, 12 Eylül’den çokça söz edilse de politik açıdan yeterince sağlam olmayan bir masal film.
Aslına bakarsanız tam bir modern Yeşilçam klasiği!
Bizim damak tadımıza göre kotarılmış, dibine kadar romantik, klişesi bol, seyri keyifli, gözyaşlarını döktürmeye yeminli bir masal film.

Bir Ege masalı
Yönetmen, yeni filminde Babam ve Oğlum’da açtığı yoldan ilerliyor. Yine üç kuşak bir ailenin hikayesi... Bir dede, bir torun. Yine arka fona darbe yıllarını alan bir Ege masalı.
Çok bizden, çok bildik. Özellikle Egelilerin evlerinde sık sık anlatılan hikayeler var beyaz perdede. Kireçle tertemiz duvarları sıvanmış avlulu evler, herkesin sabah ilk iş, evinin, dükkanının önünü süpürdüğü, birbirini tanıdığı, selamsız kapısının önünden geçmediği nostaljik zamanlar.

Yazının Devamı

Depremi beklerken ıslık çalmak

21 Kasım 2011

İzmit, İstanbul, Erzincan, Van, İzmir ve daha pek çok yerde, şehir merkezlerinde, küçük köylerde, çok katlı bitişik nizam apartmanlarda, kerpiç evlerde korku hep aynı...
Türkiye şehir şehir, hane hane depremi bekliyor.
Uğursuz bir bela gibi, kaçışı olmayan bir kader gibi bekliyoruz depremi. Korkusunu, tehlikesini ensemizde hissetsek de, daha çok bu gerçeği kulak arkası ederek yaşıyoruz. Korktuğunda ıslık çalan delikanlı gibiyiz; sanki bu korkuyla baş etmek için ıslık çalmaktan başka ne yapabileceğimizi bilmiyoruz.
Gazete manşetlerinde, haber bültenlerinde, sık sık İstanbul’da ve İzmir’de beklenen büyük deprem tehlikesine dikkat çeken, uzman görüşlerine yer veren haberler yer alır:
“Uzmanlar, İzmir’de 7 şiddetinden büyük deprem beklendiğini açıkladı”, “İzmir çevresinde uzun zamandır deprem olmamasının fay hattında büyük bir gerilim birikmesine yol açtığı söylendi”, “Kamu binalarının ve özel binaların büyük çoğunluğu depreme elverişsiz”, “İzmir’i, İstanbul’u yeniden inşa etmek gerek”.
Eyvahlar olsun! Bittik!
Gazeteciler, bilim insanları tüm bu riskleri gündeme taşımakta sonuna kadar haklılar. Dahası, bu onların görevi. Ama siz bir de bizlerin, bu haberlerle sık sık

Yazının Devamı

Ateş topları

14 Kasım 2011

Japonya dendiğinde ilk neler geliyor aklınıza?
Benim aklıma gelen ilk iki şeyden biri, sorumlu politikacıları.
Kamuya zarar veren bir yolsuzluğa ya da ihmale karıştığı anlaşıldığında yüzlerinde büyük bir mahcubiyet ifadesiyle özür dileyerek istifalarını veren, hatta bu utançla yaşayamayıp intihar eden devlet yetkilileri, bizim için uzak bir Japon masalı.
İkincisi ise malum, aktif deprem bölgesinde yaşayıp depremi en az zararla alt edebilme becerileri. Buna göre oluşturdukları güvenilir yapılar ve tıkır tıkır işleyen organizasyonları.
Belki en çok bu yüzden, bu memleketten gelen gönüllü doktor Miyazaki’nin ölümü, bu denli içimize oturdu, mahcup etti bizleri. Japonların ünlü jestiyle, belimizden yerlere kadar eğilerek, başımızı yerden kaldırmayarak özür dilesek mesela şimdi...
Belki anlamlı, ama ne fayda...

Yazının Devamı

Müşteri değil, öğrenci!

7 Kasım 2011

Parasız eğitim istiyoruz” diye pankart açan, eylem yapan öğrenciler, tabii ki dokuz köyden kovulur; copu, sopayı yer. O da yetmez, yılları bulan hapis cezalarıyla hadleri bildirilir.
Şaşırmaya gerek yok.
Devlet üniversitelerinde ‘öğrenci kimlik kartı’ diye, ‘banka kredi kartı’ dağıtılan bir ülkede bunlar olur, oluyor. Çağın ruhunu anlayamamış, neo-liberal politikaların yeni trendlerini gerektiği gibi içselleştirememiş bu gençliğe az bile!
Allah’tan bazı yöneticilerimiz, rektörlerimiz bu konuda gençler kadar geri kalmış değil. Onlar, yeni öğretim yılı öncesinde öğrenci listelerini, bir müşteri portfolyosu gibi bankalarla anlaşma yapmak için kullanmaktan çekinmiyorlar.
Bu cevvalliklerine rağmen, çekindikleri tek şey senaryonun olası sonuçlarını düşünmek, öğrencileri adına sorular sormak. Belki 18, belki 24 yaşındaki, sınırlı imkanları, mütevazı harçlığıyla hayatta kalmaya çalışan bir öğrenci, sıkışınca elindeki kredi kartıyla borçlanır mı? Yetişkinlerin bile baş edemediği bu kredi kartı borçlarını ödeyebilir mi? Ödeyemedikleri durumda, bu borçlar, faizlerle şişer şişer de, öğrencilerin daha kazanmaya bile başlamadıkları meçhul müstakbel maaşlarını şimdiden ellerinden alır

Yazının Devamı

Unutmama zamanı

31 Ekim 2011

Uçsuz bucaksız sarı, haki tepeler...
“Abla kremin var mı?” diye soran güneş yanığı, koca gözlü çocuklar...
İnsanı mahcup eden, sınırsız bir misafirperverlik...
Geceleri uzansanız yakalayabilecekmişsiniz kadar yakın yıldızlı bir gökyüzü...
Akdamar Adası’nın kuş türleri, kilisesi ve tarihi güzelliğiyle ışıl ışıl bir göl, Van Gölü...
Bir yaz düğününde dipdibe yere oturmuş, evin terasını beyaz tülbentleriyle pamuk tarlasına çeviren konuşan, gülüşen genç, yaşlı kadınlar...
Ben Kürtçe bilmediğim, onlar Türkçe bilmediği için konuşamadığım ama işaretlerle, bakışlarla anlaştığım, seni bağrına basmaya hazır kadınlar...

Yazının Devamı

Şehitler ölür çocuklar...

24 Ekim 2011

Evin yakınındaki ilkokulda teneffüste erkek öğrenciler, hep beraber slogan atıyor, oyun niyetine...
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez.”
Evde ailecek haberleri izlerken mi öğrendiler, mahallenin bıçkın delikanlılarına mı özendiler, sokaklara taşan tepki gösterilerinde mi, maçlardaki protestolarda mı zihinlerine kazındı, bilmiyorum...
“Ezberci eğitim”, diye mırıldanıyorum kendi kendime. Hap bilgi. Ezberlersiniz, hep beraber, yüksek sesle, tereddütsüz tekrarlarsınız. Üzerine düşünmeniz, sorgulamanız gerekmez o saatten sonra. Gün gelir sert bir yüzleşmeyle hayat sınarsa sizi, o başka...
Ne dediklerinin ne kadar farkındalar acaba? Sadece büyükler dünyasından, kafiyeli bir sloganı, bir ağızdan söylemenin coşkusuna mı kendilerini kaptırmışlar?
Büyüklerin savaş masalları
Yanlarına oturup saçlarını okşayarak anlatmak istiyorum, daha doğrusu içimi sıkan bir sorumluluk duygusuyla anlatmak zorunda hissediyorum:

Yazının Devamı