Birden anladım, eksik olan şiirdi hayatımızda...

13 Kasım 2016

Çok düşündüm. İçinde bulunduğum bireysel ve toplumsal ruh halini hangi şair daha iyi anlar diye. Edip mi, Turgut mu?

“aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!..
aşksızlık büyütür beni
yeni bir aşka doğru ve
öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer
insanın sebepli umutsuzluğu”

Önce Turgut geldi. Açtı kapıyı, ruhumun elinden tuttu ve sakinleştirdi beni. Ama günümüz bencilliği sabredemez, onlar hemen Kanada’ya gitmek istiyor, buluşmak için Trump mağduru ‘kardeşleri’ ile.

“Durursa anlaşılır saatin kaç olduğu

Yazının Devamı

Uzak yakınlıklar - baba ve kızı

6 Kasım 2016

Kız çocuğunun büyümesi ve kimliğini bulmasında erkek çocuğa göre kimi farklılıklar gözlenir. Erkek çocuk rol modeli olarak babayı görüp onunla özdeşleşme çabası içine girerken, kız çocuğunun rol modeli doğal olarak annedir. Babadan beklentisi onaylanmak, takdir görmek, karşı cins olarak olduğu gibi kabul edilmek ve dahası beğenilmektir. Bunu babanın doğrudan kendisi ile olan ilişkisi içinde yaşantıladığı gibi, özdeşlik kurduğu anneye karşı tutumu üzerinden de dolaylı olarak deneyimler. Karşı cinsten biri olarak varlığının baba için değerli olduğunu görmek, kız çocuğunun bireyselleşebilmesi, biricikliğini hissedebilmesi ve farklılığını kabullenebilmesi açısından çok önemlidir.

Babanın yokluğunda...

Kız çocuk da dış dünyanın nasıl bir yer olduğunu anne-babanın ilişkilerine bakarak anlamaya çalışır başlangıçta. Bu da babanın anneye olan davranışını, annenin baba karşısında sergilediği duruşu çok önemli hale getirir. Özellikle babanın dışlayıcı ve ilgisiz davranışları kız çocuğunun erişkin hayattaki ilişkilerinde ve cinsel hayatında ciddi sorunlar ortaya çıkmasına neden olur.

Hastalık, ölüm, savaş gibi nedenlerle baba kızından uzak kalabilir. Bu durum kız çocuğunun acı çekmesine

Yazının Devamı

Kız çocuğu ve babası

30 Ekim 2016

Brigitte Schwaiger benim çok sevdiğim Avusturyalı bir yazar. 2010 yılında Viyana’nın ortasından geçen Tuna Nehri’nin kollarından birinde boğularak öldü. Büyük ihtimalle intihar etti. Hayatı psikiyatri kliniklerinde geçmiş bir insandı Schwaiger. Depresif krizler, intihar düşünceleri, borderline kişilik bozukluğundan şizofreniye kadar sayısız farklı tanı, birçok ilaç denemesi, kapalı psikiyatri servislerinde maruz kalınan travmalar...

Schwaiger 1949 yılında Avusturya’da Freistadt’ta doğdu. Babası doktordu ve savaş sırasında Nazi sempatizanıydı; aslında hayatı boyunca da bir Nazi olarak kaldı. Oysa karısı bir Yahudiydi ve kayınvalidesi bir toplama kampında ölmüştü. Küçük Brigitte evde Yahudiler aleyhine bir sürü hikaye dinleyerek büyüdü. Katolik taşranın ve sevgisini hiçbir şekilde göstermeyen, sert, eleştirel bir babanın baskısı altında, iç daraltıcı burjuva hayatı içinde bir türlü kendini var etmeyi beceremeyen Schwaiger, Viyana’ya kaçtı ve orada iki dönem psikoloji, Alman filolojisi okudu. Ardından İspanyol bir subaya âşık olup onunla Madrid’e gitti. İspanyol kentsoylu yaşamı da aynı sıkışmışlığı ortaya çıkardı ve Schwaiger başka biriyle yaşadığı tehlikeli bir aşk ilişkisinden

Yazının Devamı

Hayatı şiire yükler Edip Cansever

23 Ekim 2016

Edip Cansever Türk şiirinin doruğudur benim için. Şiiri her edebiyat türünün üstünde gördüğüm için de ayrı bir öneme sahiptir. Belki ben de bir kent insanı olduğumdandır Edip Cansever’i bu kadar kendime yakın hissetmem, kim bilir. Hep kentten ve kent insanından bahseder çünkü Edip Cansever. Beyoğlu’nun azınlıklarını, sokak aralarındaki terzileri, mendilinden kan sesleri dökülen Ahmet Abi’yi, cenaze levazımatçısını, limonluğu ateşe veren Ruhi Bey’i, meyhaneci Yakup’un bir türlü çağrılmayışını anlatır. Ve onların iç dünyalarını. Benim terapist olmamda sanki Edip Cansever’in önemli payı vardır, şimdi bu yazıyı yazarken düşünüyorum da.

Fethi Naci Türk edebiyatının önemli eleştirmenlerinden biridir. Solcudur, bütün o zamanın edebiyat insanları gibi. Edip Cansever’in de bir dönem dostu olmuş, içki sofralarında birbirlerinin nazını çekmişlerdir. Aramızdan ayrılalı birkaç yıl oluyor. Edebiyat eleştirisini toplumsal gerçekçi bakış açısıyla yapardı. Bütün edebiyatçıları hayatı hangi ideolojinin gözlüğünden gördüğüyle değerlendirmek gibi bir yanılgısı vardır toplumsal gerçekçi kuramın.

Fethi Naci’nin yaklaşımı

Geçenlerde Edip Cansever hakkında bir kitap yayımlandı. Ülkü Uluırmak

Yazının Devamı

Prenses bu prensi neden sevsin?*

16 Ekim 2016

Ömer Rumeli göçmeni bir aileden geliyordu. İstanbul’a Sirkeci Garı’ndan, yani Avrupa’dan giriş yaptıklarını sık sık vurgular, adeta bununla övünürdü. Babası ve annesi küçük yaşta İstanbul’a gelmiş olmalarından dolayı hızla İstanbul’a uyum sağlamış, aileleri eğitime önem verdiği için onlar da yüksek tahsil yapmış ve Ömer’e de bu anlamda rol modeli olmuşlardı.

Ömer için okumak, yükselmek ve alanında mümkünse en iyisi olmak dışında başka bir seçenek yoktu.



Evde pek konuşulmazdı. Babası çarçabuk ama mutlaka birlikte yenen akşam yemeklerinden sonra odasına çekilir ve durmadan okurdu. Üç duvarı tavana kadar kitaplıklarla kaplı odasından çok seyrek çıkar, arada tuğla gibi bir kitabı Ömer’in masasının üzerine bir şey söylemeden bırakırdı. “Bu kitabı okumalısın” demekti bu.

Yazının Devamı

Normal ile anormal arasındaki ince çizgi

9 Ekim 2016

Geçen haftadan devamla bir soru sorabiliriz sanırım. Normal nedir? Ali Püsküllüoğlu’nun “Türkçe Sözlük”üne baktığınızda, normal kelimesinin normlara uyan anlamına geldiğini görürsünüz. Peki anormal nedir? Aynı sözlüğe göre o da normlara uymayandır. Yabancı sözlükler de aynı şekilde tanımlıyor bu iki sözcüğü. Bu totoloji karşısında eli ayağı bağlanıyor insanın. Bir sözcük diğerinin olumsuzu olarak tanımlandığında gerçek bir tanımdan yoksun kalmış oluyorsunuz.

Normalin tanımının ne olduğu konusunda felsefeye, tıbba, istatistiksel verilere başvurduğumuzda da doyurucu bir yanıt alamıyoruz. O halde çekinmeden şu soruyu sorabiliriz: Normalin tanımında psikiyatrinin rolü ne olabilir, dahası psikiyatri normali tanımlama hakkına sahip midir? Psikiyatri kendine tıbbın içinde sağlam bir yer edinme çabası ile, asıl görevi olan insanı anlamaya çalışmaktan yavaş yavaş vazgeçip onu tanımlamaya ve tanılamaya girişti. Bunun için de çeşitli normlara ihtiyaç duydu. Normal nedir? Sağlıklı olmak ne anlama gelmektedir?

Tanılar ve ilaçlar

Bu çaba içinde zamanla psikiyatrinin kutsal kitabı haline gelen “Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistik El Kitabı” ortaya çıktı ve gündelik hayatımıza, yaşantılarımıza

Yazının Devamı

Normalin psikiyatriyle savaşı...

2 Ekim 2016

İsviçre’de psikiyatr olarak çalışmaya başladığım 90’lı yılların sonlarında göçmenlere en fazla konulan tanılardan biri uyum bozukluğuydu. “Uyum bozukluğuna bağlı uzamış depresif episod” tam adıyla. Bu tanı aynı, çalışamayacakları ve bundan dolayı malulen emekli olabilecekleri anlamına geliyordu. Normal değillerdi yani.

Ama uyum bozukluğu olarak adlandırılan tanı aslında bir hastalık mı? Artık normal olmama durumu mu? Evet köyünden, memleketinden uzakta, çok zor koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda kalan Anadolu insanı gerçekten de uyum sağlamakta güçlük çekiyor; mutsuz, endişeli, gelecek kaygısı yüksek bir hayat sürüyor, vatan hasreti çekiyor, inşaat ve yol işçiliği gibi bedensel olarak yıpratıcı işlerde çalışmak zorunda kaldığı için de dayanması zor bedensel ağrılardan yakınıyordu. Ama bu bir psikiyatrik hastalık değil, göçmenlerin yaşadığı ciddi bir toplumsal sorundu.

Milyonlarca kutu ilaç

Acımasız bir kapitalist düzenin hüküm sürdüğü İsviçre’de yetkililer bu durumu bir çırpıda malulen emekliliğe neden olacak psikiyatrik bir hastalık olmaktan çıkardı. Bunun sonunda daha da güç duruma düşen göçmenler daha da mutsuz ve bir süre sonra kronik ve tedaviye dirençli bir depresyona

Yazının Devamı

Bayram yazısı

18 Eylül 2016

Siz bu yazıyı okurken dokuz günlük bayram tatilinin son günü gelmiş olacak. Oysa ben perşembe günü sabah saatlerindeyim henüz. Yani bayramın son günü. Pazartesi sendromu olarak adlandırılan ama birçok insanın pazar günleri yaşadığı huzursuzluk var belki içinizde. Freud bir yazısında ruhsal krizlerin en çok pazar günleri ortaya çıktığını yazar. İnsanın ne yapacağını bilemediği, ertesi gün iş başladığı için biraz dinlenmek ihtiyacı hissettiği, can sıkıntısının başrolde olduğu upuzun bir gün.



Değişen bir şey yok

Dediğim gibi, ben perşembeyi yaşıyorum oysa. Yazıma ve güne Ahmad Jamal’ı seçtim. “Little old lady”. Kedim Mabel ayaklarıma sürünüyor, sanırım ıslak mama istiyor ama yazım bitmeden olmaz. Çayım birazdan demlenmiş olacak. Poyraz hafifledi bugün, yine de hâlâ masanın üstündeki gazeteleri ve kağıtları dağıtacak gücü var. Boğaz kendine turkuvazı seçmiş sabah rengi olarak. Pahalı salaş balıkçı Suna Abla’da güne hazırlık başladı. Beyaz masa örtüleri seriliyor, siyah kumaş pantolonlu garsonlar henüz beyaz gömleklerini giymemiş, hepsi atletli, balık temizliyorlar. Mahallenin kedileri etraflarında mutat yerlerini almış sabırla bekliyor. Bayram seyran dinlemeden olta balıkçıları

Yazının Devamı